Bu ülkenin Türkleri neredeler?
Başbakan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) yönelik düzenlenen operasyonları eleştirip, TSK’nın demokratik parlamenter sistemle uyumlu hale geldiğini söyleyerek, TSK’ya yönelik operasyonların terörle mücadelede motivasyonu olumsuz etkilediğini ve mücadelede büyük bir darbe yenmesine neden olabileceğini belirtmiş.
Enteresan doğrusu.. Terörle mücadeleden vazgeçen hükümetin Başbakanı, terörle mücadelede kaybedilen motivasyondan bahsediyor.
Bayram değil, seyran değil, Başbakan yıllardır devam eden malûm dâvâlar hakkında ilk kez bu tür lâkırdılar ediyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Büşra Ersanlı hakkında verdiği “suçlu olduğuna inanmıyorum” şeklinde demecinin ardından Ersanlı’nın salıverilmesini hatırlarsak, Başbakanın demecinin de bazı gelişmelere gebe olduğunu düşünebiliriz.
Şüphesiz bu muhtemel gelişme, TSK mensuplarının mağduriyetleri üzerinden yapılmış bir vicdan muhasebesinin neticesi olmayacaktır.
Şüphesiz, TSK mensuplarının terörle mücadelede kaybettiği motivasyona dair endişe de yine bir vicdan muhakemesinin sonucu değildir.
Başbakan’ın, TSK mensuplarının mağduriyetleri ve terörle mücadelede kaybedilen motivasyonun üzerinden yaptığı bu değerlendirmesinin muhakkak bir arka planı vardır ve bu sözler Başbakanın gizli ajandasındaki bir maddenin daha tedâvüle sokulmasının bir hamlesidir.
Aslında bu hamlenin ne olduğu hususunda sokaktaki vatandaşa kadar herkesin bir fikri, bir tahmini, öngörüsü var.
Bu öngörü Başbakan’ın ağzında ıslanmaya devam eden bir bakladan ibâret yalnızca. Uygun zemin oluşturuluyor ve Başbakanın ağzından çıkmayı bekliyor o bakla.
Haftalardır ülkede bir barıştan söz ediliyor.
Kabul edilen bir barışın mevcut bir savaşı da gerçeklik haline getirdiğinden kimse bahis etmiyor. “Kiminle savaşıyoruz?” sorusunu kimse sormuyor, ağızlara pelesenk edilen bir barıştır gidiyor, aşufte kahkasına eşlik eden bir sakız gibi ağızlarda patlatılıyor…
Savaşı olmayan bu barışın bedeli de başbakanın ağzında ıslak bakla olarak durmaya devam ediyor, arada sırada baklanın tadının acısından dolayı ucundan gösteriyor kamuoyuna.
Herkes biliyor ki, bu baklanın adı İmralı’ya sağlanacak bir ev hapsi ya da özgülüktür.
Bunun yolu yapılıyor. Buna çâre aranıyor, formül aranıyor. Aslında bakarsanız şartlar hazır, lakin bu iş o kadar netâmeli ki, hazır şartlara rağmen bir türlü hayata geçirilemiyor.
Arkası kestirilemiyor.
İmralı’ya sağlanacak ev hapsi ya da özgürlük tamamen bir sembol değerinde artık.
İmralı’daki katil orada da olsa, dışarıda da olsa şu ân Türkiye’nin en aktif siyâsî aktörü.
Adalet Bakanı bile CCN Türk’te İmralı’ya iltifat ediyor ve çözümün(!) bir önemli parçası olarak görüyor.
AKP İstanbul İl Başkanı Babuşçu’nun “AKP’den ile hepimiz Türk olmaktan kurtulduk” diyebiliyor.
Etnik Kürt milliyetçiliği tırmandırılıyor, terörü şımartan AKP şimdi de Kürtçülüğe sosyolojik lojistik sağlıyor koro halinde.
Örgütün istemediği Bakanların kellesi alınıyor, Başbakanlığın bahçe duvarlarından dışarıya atılıyor, dışarıda bekleyen şımarık BDP’liler ve onların psikolojik harp müfrezelerinin sevinç çığlıkları arasında…
Bu ülkede bir Kürt sorunundan bahsetmek gerçekten imkânsız.
Fakat bu ülkede ciddi bir Türk sorunu var. Ciddi bir Türk düşmanlığı var.
Bu ülkenin Kürtçülüğe payanda haline gelen İslamcıları sahnedeler, liberaller sahnedeler, eski tüfek Marksistler sahnedeler, her türlü etnik uzmanlar sahnedeler, üçüncü beşinci göbekten Kürt olduğunu hatırlayanlar sahnedeler…
Sahi bu ülkenin Türkleri nerede? Varlıklarından ciddi ciddi endişe etmeğe başladım….
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi