
“Arka bahçe”nin İslamcılığından “arka bahçe”nin Kürtçülüğüne…
Yıllar evvel Ankara İlâhiyat Fakültesinde doçentliğe hazırlanan bir dostumun evine gitmiştim, evine ilk gidişimdi. Salonda üç duvarı kaplayan dolu dolu bir kütüphane gözlerimi kamaştırmıştı. “Kütüphânenize bakabilir miyim?” diye sordum, daha yakından incelemek istedim kitapları. “Lûtfen, rahatınıza bakın” dedi ve kahve ikramı için dışarıya çıktı. Kalktım, raflara doğru yöneldim.. Hızlı bir göz taramasından sonra koltuğuma oturdum, raflarla olan göz temasım bir dakika bile sürmemişti. Kütüphânenin tamamı Arapça meslek kitaplarından müteşekkildi.
Dostum geri geldiğinde, “rahatınıza bakın dostum, kütüphanem emrinize âmâdedir” diyerek zârâfet gösterdi. “Baktım Hocam” dedim.. Bir sessizliğin ardından, “size hitap etmedi mi?” diye sordu. Böyle bir soruyu bekliyordum, “Bana değil Hocam, bu ülkeye hitap etmiyor kütüphâneniz” dedim.
İçinde bir tek Türkçe kitap bulunmayan bir akademisyen kütüphânesinin bu ülkeye hitap etme ihtimâli yoktu. İçinde Yahya Kemâl’in, Tanpınar’ın, Kemal Tahir’in, Cemil Meriç’in, Ömer Seyfettin’in, Cenap Şahabettin’in ve daha nicelerinin, içinde bir tek Türk romanının, bir tek Türk hikayesinin, bir tek Türk şairinin ve hatta bir tek Türkçe lûgatin bulunmadığı bir kütüphânenin bu ülkeye hitap etme imkân ve ihtimâli yoktu.
* * * * * *
O ilâhiyatçı akademisyen dostumun nesli Türkiye’de İslamcılar dediğimiz nesliydi.
Hasan el Bennâ’dan Seyyit Kutub’a kadar ne kadar düşünür varsa kitaplarını okuyup bu kitaplarla Türkiye’deki İslamcılık üzerine hayaller kuran, çok hukukluluk kavramlarını tedâvüle sokan, sonra Roger Groudy’nin yazdıklarıyla düşünüp, Groudy İstanbul’a geldiğinde ona fıkhın abdeste dair teferruat sorularını yönelten, İran’da devrim olduğunda heyecandan tir tir titreyerek ve harıl harıl İran menşei islamî yayınları okuyan ve bunları bu ülkeye adapte etmeğe çalışan zavallı bir nesildi o nesil.
“Arka bahçe”nin çocuklarıydı onlar.
O bahçede, zihinleri, gönülleri, tefekkürleri bu ülkeden, bu topraklardan, bu tarihten, bu dilden, yani Türk olmaktan uzak iklimde büyüdüler. Arjantin’de üç tane müslümanın peşine takılıp gittiler ama bir gün olsun Doğu Türkistan’ı ya da başka bir Türk coğrafyasını görmediler, duymadılar, gözlerini ve gönüllerini o mazlum coğrafyalara çevirmediler. Çünkü o bahçenin siyâsî mimarları ve eğitimcilerinin de Türk kavramıyla ve Türk olmakla derin problemleri vardı.
Üzerinde beyaz fistanı, başında sarığı, ayağında sandaleti, azâd edilmiş sakallarıyla gördükleri her fâniye gıpta ettiler, benzerî her siyâsînin dizinin dibine çöktüler, isminin önünde –el- takısı olan her isme benzeri şekillerde tabasbus ettiler.
Türk’ü tahfif ettiler, tahkir ettiler, telâffuz dahi etmediler.
* * * * * *
O “arka bahçe”nin çocukları sonunda iktidar oldular. On yıldır ayaklarının basmadığı bu ülkeyi “derin stratejiler”le yönetiyorlar.
O “arka bahçe”nin İslamcı çocukları artık “arka bahçe”nin Kürtçüleri oldular.
Kırk yıldır “milliyetçilik İslâm’a mugayirdir” diyen o çocuklar şimdi Kürtçülük yapıyorlar. Kırk yıldır ümmetçilik rüyâsı gören o çocuklar artık Kürtçülük yapıyorlar. Kırk yıldır “İslâm barış dinidir” diyen o çocuklar şimdi PKK’ya ve Kürtçülüğe medhiyeler düzüyorlar. Çocuklarımızı öldüren dağdaki sırtlan sürüsünün bu cinayetlerine ideolojik kılıflar giydiriyorlar. İslamcıların Türk milliyetçiliğiyle her zaman bir derdi olduğunun bütün tezâhürlerini sergiledikleri bu günlerde hiç utanmadan, hiç arlanmadan, hiç hâyâ etmeden, hiç yüzleri kızarmadan Türk milliyetçiliğinin İslâm’la her zaman bir derdi olduğunu söylüyorlar. Zenci Musa’nın tırnağındaki kir etmeyenler, kirli ağızlarından Türk’e kir kusuyorlar…
Kırk yılın İslâmcı çocukları yeni fark ettikleri etnik kimlikleriyle bu ülkeye ihanet ediyorlar.
Ve ağızlarında hep aynı sakızı patlatıyorlar, “Çanakkale’de biz de savaştık”, denize bir damla işeyince “deniz benim” diyen şeytan gibi… Çanakkale’de savaşan diğer müslümanların terbiyesinden yoksunlar, asâletinden yoksunlar, imanlarından yoksunlar, edeplerinden yoksunlar, ahlâklarından yoksunlar…
Hayatları boyunca Türk düşünce tarihinden bir tek satır bile okumayan bu “arka bahçe”nin İslâmcı çocukları artık mâbâdlarından uydurdukları Kürt tarihinden bahsediyorlar.
Kaddafi’nin çadırında mâruz kaldıkları hakaret karşısında dili tutulan “arka bahçe”nin İslâmcı çocuklarının Türk’e hakaret ederken dilleri çözülüyor. Çünkü siyâsî iktidar on yıldır onlara bu zemini sağlıyor, “gün bu gündür kusun kininizi” diyor…
* * * * * *
Önceki yazımıza sorduğumuz bir soruyu kendi kendimize de olsa tekrar soralım.
“Bu ülkenin Türkleri neredeler?”
Bir soru da Genel Kurmay Başkanlığı’na:
“Çanakkale’de ölen Kürtlerin tek tek isimleri ve sayıları nedir?”
Bunu açıklayın kamuoyuna da millet olarak diyetimizi toplayıp ödeyelim, kapatalım bu hesabı. Bizim verecek toprağımız yok, ama bedel ödeyebiliriz. Her Türk çocuğu Ömer Seyfettin’in “Diyet” hikayesini okumuştur.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi