Başlıyoorr, herşey bu filmde..
Sosyal içerikli bazı sabah proğramlarını izlerseniz, proğrama bizzat katılan ya da telefonla bağlanan aile bireyleri arasındaki ilişkiler yumağını çözmekte hayli zorlandığınızı ve bir süre sonra ipin ucunu kaçırarak kim kimin karısı, kim kimin oğlu ya da kızı, kim kimin babası ya da kayınpederi, kim kimin kayınvalidesi ya da eltisi ve daha da önemlisi bunlar arasındaki cinsel hayat nasıl tanzim olmuş, kim kiminle halvet olup kime ihanet etmiş, ortada dolanan ya da telefonla stüdyoya bağlanan çocuklar kime ait veya evden kaçan kadın kimin karısı, çocukların anneleri kim, annesi kiminle kaçıp da çocuğu terk etmiş ve neden yıllar sonra stüdyoda çocuğun sesini duyduğunda gözyaşlarına boğuluyor, ben ettim sen etme diyor, mecburdum kaynım bana zorla tehditle sahip oldu, kayınpederim de zaten daha evvel sahip olmuştu, oğluna sesini çıkarmadı, kaynanamgil de kocasını kurtarmak için oğlunun bana sahip olduğunu bile bile sustu, görümcem ise kocası bana sahip olunca intikam için diğer kaynımla kaçtı, işte sen onların çocuğusun, ama sana şu kadar yıl ben bakım, bu gerçekleri sana anlatamazdım yavruummm diye feryad eden ve bayılmış numaraları yapan bir kadın. Ulan ben kimin çocuğuyum, Allah hepinizin belasını versin, beni aramayın.. diyen bir çocuk ve kapanan telefondan gelen sinyal sesleri. Arkadaşlarımız çocuğa tekrar ulaşmaya çalışıyorlar, biz stüdyomuza dönelim diyerek stüdyodaki adama, sen karına niye sahip çıkmadın diye soran yönetici, benim karım hangisiydi ki abi diyen bir adam…
İşte böyle devam eden bir proğramdan bahsediyorum.
Çözebildiniz mi bu grift ilişkileri, bu kurguyu?
Gerçekten zor..
Bir sabah proğramının bu denli zor bir kurgusu yanında Türkiye’de olan bitenler ne kadar da basit kurguyla tertip ediliyor. Aslında her şey ortada ayan beyan, âşikâr.
Ortada iktidar olan bir hükümet var. Bu hükümetin bir Başbakanı ve onun ağzından çıkacak mübarek kelimelere bakan bakanlar kurulu üyeleri.
Ortada bir cemaat var hükümetle iktidarı paylaşan ve ajandanın yapılacaklar listesine maddeler yazan. Bu maddelerin hayata geçmesi için zaman zaman Başbakanla ters düşen ama anlaşmanın bir yolunu hep bulun bir cemaat. Karşılıklı birbirine tahammül eden iki güç bunlar.
Ortada bir basın var, on yıllık iktidarın ilk yıllarından itibaren hizaya sokulan, olmadı satın alınan, şimdilerde artık neredeyse tamamı hükümetin basın merkezi gibi çalışan.
Ortada bazı gazeteciler var, gizli ajandadan zaman zaman haberdar edilen ve kamuoyu oluşturmada PKK müfrezesi gibi çalışan.
Ortada bir MİT var, hükümetten bağımsız ve habersiz(!) İmralı’ya giderek görüşmeler yapan.
* * * * * *
Başbakan zaman zaman bir tartışma açıyor, polemik başlatıyor, bu ayaklar hepsi birden bir saatin çarkları ve dişlileri gibi senkronize bir şekilde bu tartışmayı veya polemiği Başbakanın istediği yere getiriyorlar.
Başbakan “Dersim’de binlerce kişi öldürüldü, ben devlet adına özür diliyorum” diyor, bu müfrezeler Dersim’den başlayarak özür listesi çıkarıyorlar.
Ülkenin Genelkurmay Başkanı ve komutanlar ‘örgüt mensubu’ olmak suçuyla tutuklanıyor, Başbakan “yargıya güvenin, yargıda aklansınlar sonra terfi ettiririz” diyor. O müfrezeler, yargının üzerinden vesayetin nasıl da kalktığını ve yargının bağımsız olduğunu yazıyorlar, anlatıyorlar.
Zaman geliyor Başbakan, “Başta Başbuğ olmak üzere diğer generallerimizin hiç birini terör örgütü lideri yapanı tarih affetmez. Neden tutuklu yargılıyorsun, uçağa atlayıp yurdışından mahkemeye gelen generallerimiz oldu” diyor. Aynı müfrezeler Başbakanın ne kadar da hassas bir adalet terazisi olduğunu anlatıyorlar.
Başbakan “İmralı ile görüşen şerefsizdir” diyor.
Zaman geçtikçe anlıyoruz ki bahse konu şeref Başbakanın genç yaşta kaybettiği bir okul arkadaşının ismiymiş meğer.
Başbakan İmralı ile görüşmelerin Adalet Bakanlığının tasarrufunda olduğunu ‘ada’ya kimlerin gideceğine Adalet Bakanının karar vereceğini söylüyor.
Ada… Eskiden Kıbrıs’ın müstearı olan bu üç harfli bu kelime şimdilerde İmralı cânisinin müstearı oluyor.
Kurgu böyle sürüp gidiyor.
Başrol hep Başbakanın. Bunun haricinde herkes figüran görünümünde. Filmi kim çekiyor, senaristleri kimler, kastı kim tespit ediyor, eh burası biraz netâmeli bir konu.
Bildiğimiz bir şey var filmin görüntü kalitesi Amerikan filmlerini aratmıyor. Avrupa sineması gibi sanatsal değil, tipik bir Amerikan filmi bu, her sorunu çözen bir kahramanın etrafında dönüyor kurgu.
* * * * *
Sabah proğramlarını izlemek daha bir dikkat gerekirken Türkiye’de(bu ismi daha ne kadar kullanacağız onu bile bilmiyoruz) olan biteni izlemek daha az yorucu.
Bir genel af hazırlanıyor, Silivri’de, Sincan’da, Hasdal’da yatan askeri erkân bu genel aftan faydalanacak, eh bu arada Ada’dakine, İmralı’dakine, Hükümet erkânının ve basındaki müfrezelerin tabiriyle ‘Sayın Ööcalan’a, sizin anlayacağınız İmralı’daki bebek katiline, on binlerce askerimizin katiline, yüzlerce öğretmenimizin katiline de bu aftan faydalanmanın yolunu açacaklar ve bunu da toplumda huzuru tesis etmek için yaptıklarını söyleyecekler.
Bunun için Hudeybiye sahifeleri açılıyor tarihten, uysa da filmin içine kodum, uymasa da kodum misâli.
Kurgu gayet basit ve gözümüze baka baka nakış gibi işleniyor.
Kim kimin kaynı, kim kiminle halvet olmuş, çocuklar kimden, kayınpeder gelinine mi sahip olmuş yoksa kayınço mu sarkmış geline, hepsi bu filmde. Hararetle tavsiye ederim. Derin strateji bu filmde, Ortadoğu’da liderlik hülyaları bu filmde, heyecan bu filmde, kahraman bu filmde, katakulli bu filmde, ihanet bu filmde, ajantirik mevzular bu filmde, tecavüz bu filmde, Hürrem’in dekolteleri bu filmde…
* * * * *
Bu filmde olmayan tek şey var, “vatan aşktan da üstündür” diyen eski naif Türk filmi tadı.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi