
İmralı’ya kim gidecek?
Nihayet Türk kelimesinin anayasadan çıkartılması da sıcak gündemin içine düştü. Ateşi büyütüyorlar, daha da büyütecekler ve göreceğiz bu büyüyen ateşin içinde kim yanacak!
Kelimeler üzerinden yürütülen bir imaj ve ikna operasyonu ve kamuoyu belirleme propagandası da bir yandan hızla yürütülmeye devam ediliyor
Barış süreci, müzakere gibi kelimeler Türkiye’nin ‘sık kullanılanları’na öyle bir eklendi ki, siyaset bu ve benzerî kelimeler ile yürütülüyor.
Artist güruhu da entelektüel katkı sunması için hizaya gelmiş durumda. İsmi okunan artsist ekranlarda veya gazete mülakatlarında hikmetli sözler sarf ediyorlar. Hepsinin ortak mesajı pek de naif:
“Barış istiyoruz, Türkiye barışını arıyor, Türkiye barış istiyor…”
Bu artist takımını izleyen, okuyanlar, Türkiye bir başka ülkenin saldırısına uğramış ve yıllardır muhtelif cephelerde süren bir savaş var sanır.
Sanki Rusya veya İran’la sıcak bir savaşın içindeyiz de, bu savaş her iki ülkeyi de yıpratmış da her iki ülkenin halkı barış istiyormuş gibi bir atmosfere boğuluyor Türkiye, psikolojik harp müfrezeleri tarafından.
Böyle bir şeyin olmadığını söylemek bile neredeyse İmkânsız hâle getiriliyor ve bunu söyleyenler ya da yazanlar ‘özürlü’ muâmelesine tâbi tutuluyor.
Varlık sebebi ülkeyi ve milleti iç ve dış saldırılardan korumak olan bir ordunun en üst rütbelileri, “terörle mücadelede galip gelemedik” derse, varlık sebebi her ne şekilde olursa olsun terörü önlemek olan siyâsî irâde, “terörle, askerî tedbirlerle mücadele edilemez, bakın bizden önce denendi olmadı” derse, o ülkenin veyl hâline, veyl geleceğine!..
Dağlarımıza yuvalanmış birkaç bin katil ile baş edemeyen bir Türkiye Cumhuriyeti devleti tasavvur edebiliyor musunuz?
Yüz binlerce askeri bulunan, bir o kadar polisi bulunan, tankı, topu, tüfeği, uçağı bulunan 75 milyonluk ve binlerce yıllık tarihi bulunan bir Türkiye Cumhuriyeti devleti tasavvur edebiliyor musunuz, dağlarına yuvalanmış birkaç bin baldırı çıplak katille baş edemiyor.
Bir tuhaflık yok mu bu işte?
Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt’ün sahip çıkmadığı bu katiller sürüsüne maalesef siyaset sahip çıkıyor, gazete köşelerine yuvalanmış dağdakilerden tek farkları kravat takmak olan köşe yazarları müfrezesi sahip çıkıyor.
Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt’ün sahip çıkmadığı PKK’nın TBMM şubesi BDP’ye siyaset sahip çıkıyor, gazete köşelerine yuvalanmış dağdakilerden tek farkları kravat takmak olan köşe yazarları müfrezesi sahip çıkıyor.
Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt’ün sahip çıkmadığı, Paris’te öldürülen PKK’nın Avrupa sorumlularının cenazelerine siyaset sahip çıkıyor ve yine gazete köşelerinden PKK propagandası yapan yazarlar sahip çıkıyor, liberalinden, solcusuna, demokratından islâmcısına kadar.
Bunların şimdilerde kullandıkları yeni efsunlu kavramları “bir tek tabut ”.
Ne kadar mâsum bir cümle değil mi?
Neden askere yirmi yaşında gidip evine tabutlarla döndü o gencecik çocuklar?
Dağdaki katillerin yüksek harp becerileri yüzünden mi? Askerî üstünlüklerinden mi, sayıca çokluklarından mı? Silah teknolojilerinin üstünlüğünden mi?
Bu ve benzerî soruların cevabının koskoca bir ‘HAYIR’ olduğunu bu ülkede herkes bilir, dağdaki katiller de bilir, onların TBMM şubeleri de bilir, İmralı’daki katil başı da bilir, eskinin ve son on yılın siyâsî iktidarı da bilir.
Şunu da herkes bilir ki oradaki terörü bitirmeğe karar vermiş bir Ankara için, yani Türkiye Cumhuriyeti için bu meseleyi halletmek üç aylık bir iştir.
O dağlarda bırakınız o katiller sürüsünü, onların üzerinde uçan, kaçan canlıların bile sağ kalması mümkün değildir. Dağa giden yolların kapanması ancak bundan sonra mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti’ni terörle mücadelede ‘mağlup ‘ ilan eden siyâsî irade, köşe yazarları takımı, stratejistler gürühu milyonlarca ‘bizim Kürt’ümüzü görmezden gelen ama dağdaki birkaç bin katilin cinayetlerinden teorik bir etnik milliyetçilik(ne demekse) çıkarmışlardır. Hiçbir sosyolojik karşılığı olmayan bir Kürt mücadelesi çıkarmışlardır.
Belki de biz yanlış anlıyoruz, “Bir tek tabut” edebiyatı yapanlar belki de artık bir tek PKK’lı tabutu bile görmeğe tahammül edemiyorlar. O sebeple ‘barış’ diye tutturuyorlar, yoksa ölen binlerce askerimizle alâkadar değiller. Bir tek şehit ailesi ziyaret eden köşe yazarı duydunuz mu siz, bu psikolojik harp taburlarında vazife yapanlar içinden? Fakat Kandil postacılığı yaparken acar gazeteci bunlar, Roboski(!) ağıtları yakarken çok acar gazeteci bunlar, Kandil’deki katillerden bir tanesi için oğlu gibi hissederken çok babacan gazeteci bunlar?
* * * * *
Son günlerin önemli sorusu “İmralı’ya kim gidecek?”
Bendenizin teklifi çok net ve pratik sonuçlar doğuracak bir teklif.
Başbakan, Sn. R. Tayyip Erdoğan, Sn. Kemal Kılıçdaroğlu ve Sn. Devlet Bahçeli siyâsî sıfatlarıyla gitsinler, nasıl olsa son tahlilde koalisyon gibi hareket ediyorlar, görünürde, dümenden eleştiriler yaparak da vaziyeti çaktırmamaya çalışıyorlar. Adalet Bakanı ve Cemil Çiçek bürokrasinin hızlandırılması için heyette bulunsunlar, Bülent Arınç da İmralı’daki katilin yalnızlığına ağlayıcı kadrosundan gitsin ve meseleyi kestirmeden halletsinler, hatta dönerken yanlarında Ankara’ya getirsinler İmralı katilini... Çok istiyorlarsa kafileye artist takımından ekran ekran, gazete dolaştırdıkları “barış istiyorum” diye hançerelerini yırtan birkaç gönüllü nasıl olsa bulurlar
Ne lüzum var bu kadar uzatmaya?
Böyle daha pratik olmaz mı?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi