Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Adnan İslamoğulları > İmralı’ya kim gidecek?

İmralı’ya kim gidecek?


Nihayet Türk kelimesinin anayasadan çıkartılması da sıcak gündemin içine düştü. Ateşi büyütüyorlar, daha da büyütecekler ve göreceğiz bu büyüyen ateşin içinde kim yanacak!


Kelimeler üzerinden yürütülen bir imaj ve ikna operasyonu ve kamuoyu belirleme propagandası da bir yandan hızla yürütülmeye devam ediliyor


Barış süreci, müzakere gibi kelimeler Türkiye’nin ‘sık kullanılanları’na öyle bir eklendi ki, siyaset bu ve benzerî kelimeler  ile yürütülüyor.


Artist güruhu da entelektüel katkı sunması için hizaya gelmiş durumda. İsmi okunan artsist ekranlarda veya gazete mülakatlarında hikmetli sözler sarf ediyorlar. Hepsinin ortak mesajı pek de naif:


“Barış  istiyoruz,  Türkiye barışını arıyor, Türkiye barış istiyor…”


Bu artist takımını izleyen, okuyanlar, Türkiye bir başka ülkenin saldırısına uğramış ve yıllardır muhtelif cephelerde süren bir savaş var sanır.


Sanki Rusya veya İran’la  sıcak bir savaşın içindeyiz de, bu savaş her iki ülkeyi de yıpratmış da her iki ülkenin halkı barış istiyormuş gibi bir atmosfere boğuluyor Türkiye, psikolojik harp müfrezeleri tarafından.


Böyle bir şeyin olmadığını söylemek bile neredeyse İmkânsız hâle getiriliyor ve bunu söyleyenler ya da yazanlar ‘özürlü’ muâmelesine tâbi tutuluyor.


Varlık sebebi ülkeyi ve milleti iç ve dış saldırılardan korumak olan bir ordunun en üst rütbelileri, “terörle mücadelede galip gelemedik” derse, varlık sebebi her ne şekilde olursa olsun terörü önlemek olan siyâsî irâde, “terörle, askerî tedbirlerle mücadele edilemez, bakın bizden önce denendi olmadı” derse, o ülkenin veyl hâline, veyl  geleceğine!..


Dağlarımıza yuvalanmış birkaç bin katil ile baş edemeyen bir Türkiye Cumhuriyeti devleti tasavvur edebiliyor musunuz?


Yüz binlerce askeri bulunan, bir o kadar polisi bulunan, tankı, topu, tüfeği, uçağı bulunan 75 milyonluk ve binlerce yıllık tarihi bulunan bir Türkiye Cumhuriyeti devleti tasavvur edebiliyor musunuz, dağlarına yuvalanmış birkaç bin baldırı çıplak katille baş edemiyor.


Bir tuhaflık yok mu bu işte?


Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt’ün sahip çıkmadığı bu katiller sürüsüne maalesef  siyaset sahip çıkıyor, gazete köşelerine yuvalanmış dağdakilerden tek farkları kravat takmak olan köşe yazarları müfrezesi sahip çıkıyor.


Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt’ün sahip çıkmadığı PKK’nın TBMM şubesi BDP’ye  siyaset sahip çıkıyor, gazete köşelerine yuvalanmış dağdakilerden tek farkları kravat takmak olan köşe yazarları müfrezesi sahip çıkıyor.


Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt’ün sahip çıkmadığı, Paris’te öldürülen PKK’nın Avrupa sorumlularının cenazelerine siyaset sahip çıkıyor ve yine gazete köşelerinden PKK propagandası yapan yazarlar sahip çıkıyor, liberalinden, solcusuna, demokratından islâmcısına kadar.


Bunların şimdilerde kullandıkları  yeni efsunlu kavramları “bir tek tabut ”.


Ne kadar mâsum bir cümle değil mi?


Neden askere yirmi yaşında gidip evine tabutlarla döndü o gencecik çocuklar?


Dağdaki katillerin yüksek harp becerileri yüzünden mi?  Askerî üstünlüklerinden mi, sayıca çokluklarından  mı? Silah teknolojilerinin üstünlüğünden mi?


Bu ve benzerî  soruların cevabının koskoca bir ‘HAYIR’ olduğunu bu ülkede herkes bilir, dağdaki katiller de bilir, onların TBMM şubeleri de bilir, İmralı’daki katil başı da bilir, eskinin ve son on yılın siyâsî iktidarı da bilir.


Şunu da herkes bilir ki oradaki terörü bitirmeğe karar vermiş bir Ankara için, yani Türkiye Cumhuriyeti için bu meseleyi halletmek üç aylık bir iştir.


O dağlarda bırakınız o katiller sürüsünü, onların üzerinde uçan, kaçan canlıların bile sağ kalması mümkün değildir. Dağa giden yolların kapanması ancak bundan sonra mümkündür.


Türkiye Cumhuriyeti’ni terörle mücadelede ‘mağlup ‘ ilan eden siyâsî irade, köşe yazarları takımı, stratejistler gürühu milyonlarca ‘bizim Kürt’ümüzü görmezden gelen ama dağdaki birkaç bin katilin cinayetlerinden teorik bir etnik milliyetçilik(ne demekse) çıkarmışlardır. Hiçbir sosyolojik karşılığı olmayan bir Kürt mücadelesi çıkarmışlardır.


Belki de biz yanlış anlıyoruz, “Bir tek tabut” edebiyatı yapanlar belki de artık bir tek PKK’lı tabutu bile görmeğe tahammül edemiyorlar. O sebeple ‘barış’ diye tutturuyorlar, yoksa ölen binlerce askerimizle alâkadar değiller. Bir tek şehit ailesi ziyaret eden köşe yazarı duydunuz mu siz, bu psikolojik harp taburlarında vazife yapanlar içinden? Fakat Kandil postacılığı yaparken acar gazeteci bunlar, Roboski(!) ağıtları yakarken çok acar gazeteci bunlar, Kandil’deki katillerden bir tanesi için oğlu gibi hissederken çok babacan gazeteci bunlar?   


* * * * *


Son günlerin önemli sorusu “İmralı’ya kim gidecek?”


Bendenizin teklifi çok net ve pratik sonuçlar doğuracak bir teklif.


Başbakan, Sn. R. Tayyip Erdoğan, Sn. Kemal  Kılıçdaroğlu ve Sn. Devlet Bahçeli siyâsî sıfatlarıyla gitsinler, nasıl olsa son tahlilde koalisyon gibi hareket ediyorlar, görünürde, dümenden eleştiriler yaparak da vaziyeti çaktırmamaya çalışıyorlar. Adalet Bakanı ve Cemil Çiçek bürokrasinin hızlandırılması için heyette bulunsunlar, Bülent Arınç da İmralı’daki katilin yalnızlığına ağlayıcı kadrosundan gitsin ve meseleyi kestirmeden halletsinler, hatta dönerken yanlarında Ankara’ya getirsinler İmralı katilini... Çok istiyorlarsa kafileye artist takımından ekran ekran, gazete dolaştırdıkları “barış istiyorum” diye hançerelerini yırtan birkaç gönüllü nasıl olsa bulurlar


Ne lüzum var bu kadar uzatmaya?


Böyle daha pratik  olmaz mı?














  

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS