HANGİ YALNIZLIK?
Gazeteler İmralı’daki katilin haberleriyle dolu. Hemen her gazetenin baş sahifesinde onunla ilgili bir veya birkaç haber var. Hemen her gazetenin köşe yazarı çoğu yazılarını ona tahsis ediyor. Kimisi onun yazdığı söylenen kitapları okuyor, içinden pasajlar iktibas ederek, aslında onun ne kadar da geçmişiyle hesaplaştığını ve ‘barış’a yöneldiğini, geçmişinde yaptıklarını, -ki bu yaptıkları binlerce vatan evlâdımızın pusularda ve karakol baskınlarında öldürülmesinden ibâret- nasıl sorguladığından bahsediyor, kimisi hücresinde nasıl yaşadığını, neler okuduğunu, haftada kaç lira ile yaşadığını, kantinden ne kadar alışıveriş yaptığını, bisküvi ve kraker aldırdığını, voleybol ve masa tenisi oynadığını, haftada bir saat diğer PKK’lı mahkumlarla Türkiye ve dünya gündemini tartıştığını, prostat başlangıcını, hücresinin ebatlarını yazıyorlar.
Gazetelerde İmralı’daki katilin ele başı olduğu örgütün ekin gibi biçtiği vatan evlâtlarından ve bu vatan evlâtlarının nasıl katledildiğinden bir bahis yok. Bu katliamların arkasında İmralı’da misafir edilen örgüt liderinin imzası olduğundan bahseden, yazan söyleyen yok…
Sanki o vatan evlâtlarının hepsi eğitim zâyiâtı. Sanki o vatan evlâtlarının hepsi trafik terörü kurbanı,sanki o vatan evlâtlarının hepsi böbrek yetmezliğinden, sanki o vatan evlâtlarının hepsi kanserden, sanki o vatan evlâtlarının hepsi karaciğer büyümesinden, sanki o vatan evlâtlarının hepsi beyin felcinden kaybettiler gencecik hayatlarını…
Ve imaj imalathanesi, imaj atölyesi olarak kullanılan Türk basınının ve görüntülü medyasının İmralı’dan çıkarmaya çalıştığı son otuz yılın katili, yakın geleceğin ‘barış elçisi’(!) İmralı katili PKK’nın lideri değil, diğer yanağını da uzatan İsa’nın bir havârisi, Rahibe terasa’nın sağ kolu…
Dünkü gazetelerde İmralı’daki katilin hücresinde ‘yalnızlık’tan şikâyet ettiği haberleri vardı. Yanına yerleştirilen beş PKK yöneticisi mahkûmun bir nebze çare olduğu yazılıyordu yalnızlığına.
Nasıl bir yalnızlık bu?
Bir kan gölünün ortasındaki yalnızlık… Yemek yediği ellerinden akan binlerce mâsum vatan evlâdının kanıyla birlikte yaşanan bir yalnızlık… İstasyonlarda patlayan bombalarla parçalanan insanların haberlerini okuduğu gözleriyle yaşanan bir yalnızlık… Halk otobüsünün içinde yakılarak öldürülen genç bir kızın yanan vücûdundan gelen kokuyu duyan burnuyla yaşanan bir yalnızlık… Gaziantep’te ölen bebeğin ölüm haberini dinlediği kulaklarıyla yaşanan bir yalnızlık..
Bütün vücûdu ve hafızası kandan ibâret, kanın ortasında kanlı bir yalnızlık bu….
İmralı’daki katilin yalnızlığının fotografı bu, kanlı bir fotograf bu, mâsum insanların kanlarının tek bir renk verdiği kan rengi bir fotograf bu..
* * * * *
Şimdilik adına hâlâ Türkiye diyebildiğimiz ‘bu ülke’de bir başka yalnızlık fotografını daha paylaşıyorum bu milletle. Benzeri binlerce fotograf var ‘bu ülke’de…
Bu fotografların ortak noktaları bir annenin fotografları olmaları veya bir babanın fotografları ya da birbirine yaslanarak ancak ayakta durabilen ‘anne ve baba’ların fotografları. Bu fotograflara renk veren duygular ise ‘yas, acı, hasret ve yalnzlık’, bu yüzden de ancak siyah ve beyaz renklerle anlaşılabilir fotograflar bunlar...
Bu öylesine bir yalnızlık değil… Telâfisi olmayan bir yalnızlık… Hani şâirin dediği gibi, ‘sigara külü kadar yalnızlık’…
Mâsum bir yalnızlık bu, hiçbir kabahati olmayan bir yalnızlık… Hiçbir vebâl taşımayan bir yalnızlık bu… İsyan etmeyen, haram da etmeyen bir asil yalnızlık bu…
Yalnızca sükût eden bir yalnızlık… Yalnızca tevekkül eden bir yalnızlık… Yalnızca dua eden bir yalnızlık, yalnızca hasret kalan bir yalnızlık, yalnızca acı çeken bir yalnızlık fotografı bu…
Onların yalnızlığını kimse yazmıyor, kimsenin köşe yazısına konu olmuyorlar, kimsenin ekranına davet edilmiyorlar, onlarla ilgili kimseler görüşme yapmıyor…
Unutulmuş bir yalnızlık onların ki, unutturulmaya çalışılan, gözlerden uzak tutulmaya çalışılan, ‘olur böyle şeyler’ gibi bir ahlâksızlığın içine gömülmeye çalışılan bir yalnızlık…
Oysa onlar mâsumlar... Onların ellerinde kan yok, onların gözyaşları kanlı. Onların hayatlarında kin yok, nefret yok, ölüm yok, cinayet yok, pusu yok, kalleşlik yok…
Onlar evlâtlarını, yokluğunda yastığını, elbiselerini kokladıkları evlâtlarını bir kutsal vazife, vatan vazifesi için askere yollayan ‘anne-baba’lar. Kokularına doyamadıkları evlâtlarının bayrağa sarılı tabutlarıyla evine döndüğünde, “vatan sağolsun” diyen ‘anne-baba’lar onlar…
Kaçakçılar için 124 bin lira tazminat ödeyen devlete küsmeyen ‘anne-baba’lar onlar….
Şehit ‘anne-baba’ları onlar…
Onulmaz bir acının fotografları onların fotografları…
Onulmaz bir “yalnızlığın” fotografları…
Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin olmayan bir savaşın barışını sağlamak için göz ardı ettiği, Türk medyasının olmayan bir savaşın ahlaksız barışını sağlamak için yok saydığı, bir ‘yalnızlığın’ fotografı…
Şimdi sormak gerek:
“Hangi yalnızlık?”
“İmralı’daki yalnızlık mı, şehitliklerde bir kabir taşına yaslanmış annenin yalnızlığı mı?”
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi