Zavallı Türköne.. Zavallı Türk milliyetçiliği…
Romalı Devlet adamı Caton, Kartaca’yı Roma’nın Rakibi olarak görüyor ve imha edilmesini istiyordu. Roma senatosundaki her konuşmasını şu cümle ile bitirirdi:
“Delenda Cartha ga”:
“…ve ayrıca şuna kaniim ki, Kartaca mutlaka imha edilmeli…”
Caton ait olduğu Roma devleti için tehdit olarak gördüğü Kartaca’nın her nutkunun sonunda imha edilmesini isterken, bizim aydınlarımız arasında da her yazısını benzer nakaratlarla, fakat Caton gibi değil, kendi ait oldukları(en azından ben öyle zannediyorum) milletin isminin yok olmasını, Türk isminin yok olmasını talep veya tavsiye den nakaratlarla bitiren aydınlarımız, yazarlarımız var. Bunlardan en ateşli olanlarından birisi:
‘Mümtaz’er Türköne’.
Fikrî sefâletinden başka kaybedecek bir şeyi kalmayan bu gürûhun en ateşli ve en marijinal kalemi olarak köşesinden her gün zehir saçıyor.
“Türk millliyetçiliğinin bu ülkeyi böleceğini” yazıyor ve daha pek çok zehiri sinsice ve ustaca saklıyor satır aralarına. Tıpkı bir psikoloji harp uzmanı gibi işliyor yazılarını, ince ince hesab ederek, ince ince dokuyarak, ince ince örerek.
Binlerce insanımızın kâtili ve otuz yıldır devem eden terörün liderini İmralı’dan bir ‘barış elçisi’ gibi çıkarma gayretlerinin aman vermez ve acar bir destekçisi olarak Mümtaz’er Türköne’nin yazdıklarına fikrî bir muhtevâ ile mukâbelede bulunmak gerçekten bir tenezzül meselesi hâline geldi, aramızdaki hukuku korumak ise neredeyse bir zûl...
Türköne, ‘hasta adam’ Osmanlının başında ölmesini ağızlarını şaplatarak bekleyen Avrupalı devletler ve içerideki Bâbıâli hainleri arasındaki seleflerini aratmıyor ve gittikçe dozunu arttırıyor.
Deli Petro’yu “âlî fikir ve âlî himmet bir dahi” olarak takdim eden Ağaoğlu Ahmet gibi düşünüyor Türköne, neredeyse İmralı’daki katilden bir filozof yontacak ve neredeyse PKK cinâyetlerinden akan kanın içinden bile neredeyse bir masûmiyet damıtacak.
Bir koronun şefliğine soyunmuş muvazzaf gibi yazıyor...
Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın bir Amerikan özentisi ‘Türkiyelilik’ kavramını bile ‘sakat’ buluyor ve ‘Türkiyeli’ kavramındaki Türklerin yaşadığı yer anlamından bile rahatsızlık duyuyor.
Sanki Türkiye bir düşman esâreti altında ve Türköne düşmanın esareti altında yazıyor, yazdıkları aynı düşmanın diktesi ve eseri.
“Türk Ocakları kapatılsın” diyor, bunu derken yine içindeki Türk kelimesinden bir rahatsızlık söz konusu:
Geçmişte “bu ülke yaşanmaz azizim” diyenlerin bu ülkeyi yaşanmaz hâle getirmeleri gibi, Türk kelimesi etrafındaki tartışmaları başlatanlar, Türk kelimesinin çözüm olmadığını yazıyorlar. Tartışmayı başlatanlar da aynı, çözümsüzlük diye feverân edenler de aynı. Bunlar mart kedisi gibiler, hem çatıdalar hem bağırıyorlar…
Mümtaz’er Türköne, Servet Avcı’nın sorularına ne cevap verecek merak ediyorum, bu arada kendisine samimî bir teklifim var, yılların hukukuna dayanarak:
Anayasa başta olmak üzere Türk kelimesinin varlığının her sorunun çözümünde engel teşkil ettiğini düşünüyorken hazır, soy simindeki ‘Türköne’yi değiştirsin hazır eli değmişken, üstelik bu meselede siyâsî irâde, kamuoyu desteği falan da gerekmiyor, herhangi bir avukata verilecek bir vekaletnâme kâfi geliyor.
Önce kendiniz kurtulun Türk isminden Sayın Mümtaz’er Türköne, gerisi çorap söküğü geleceğe benziyor zaten.
Türk milliyetçilerinin zavallılığı mı?
Milliyetçiliği tabelâsında taşıyan bir partimiz var, Milliyetçi Hareket Partisi. Genel Başkanının ve genel merkezinin hangi misyonu ifâ ettiğini anlayanınız var m?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi