Açılımın, barış sürecinin(!), müzâkerelerin(!) halktaki karşılığı:
Sinop ve Samsun…
Seçim meydanlarında “görüşen şerefsizdir” denilerek reddedilen ‘Hükümet- PKK görüşmeleri’ basına sızdıktan ve kamuoyuna mâl olduktan sonra iyice vites büyüten hükümetin, son bir yıldır hız kazanan ve son bir aydır İmralı ziyâret ve görüşmeleriyle resmîleşen politikası önce Sinop’ta ve sonra da Samsun’da ‘halka tosladı’.
Bahse konu açılım, barış süreci, müzâkere ve İmralı görüşmelerinin halktan büyük destek aldığını söyleyen Başbakan ve hükümeti, onların medyadaki kalemleri ve stratejistlerinin halktan yediği bir şamardan başkaca bir şey değil Sinop’ta ve Samsun’da olanlar, üstelik Başbakanın en iddialı olduğu Karadeniz şeridinde yenen bir tokat bu.
Trabzon’da, Kayseri’de, Sivas’ta, Aksaray’da, Yozgat’ta, Muğla’da, Bursa’da, Erzurum’da, Çorum’da, Maraş’ta, Gaziantep’te yaşanacak olanlar da bunlardan farklı olmayacak.
Oralarda da açılımın, barış sürecinin(!), müzâkerelerin(!), İmralı görüşmelerinin başkaca bir karşılığı olmayacak, halk tokadını vuracak.
BDP heyetinin haftalardır İmral’ya gidecek heyette yer alacak isimler üzerinde tartışırken barış sürecini(!) anlatacakları Türkiye turuna katılacak isimler üzerinde tartışmayı unutmuş olacaklar.
Mümtaz’er Türköne, Cengiz Çandar,Hasan Cemal gibi medya mensupları ve Türk kelimesinden rahatsızlık duyan isimlerin, ayrıca artist camiasından Kadir İnanır, Ayşen Gruda ve İmralı’daki katili bir siyâsî aktör olarak gören muhafazakâr tiyatrocuların da BDP’nin Türkiye turuna katılmaları heyeti zenginleştirecektir.
Sinop ve Samsun’daki barış süreci tebliğlerini kaçıran bu arkadaşların bundan sonraki ziyaretleri kaçırmamaları BDP ve barış süreci(!) için fevkalâde isâbetli olacak ve barış sürecine(!) katkıda bulunmuş olacaklardır.
* * * * *
Bu madalyonun da iki yüzü var. Bir yüzü siyâsî iktidar, yani Başbakan. Diğer yüzü de BDP-PKK yüzü.
Başbakan, şahsî kültürel kabızlığı yüzünden ağzına gelen ya da kulağına sufle edilen her kavramı pazara düşürürcesine kullanıyor. Kavramın ne kaynağıyla ne derinliğiyle ilgileniyor. “Etnik milliyetçilik” diyor, “dinsel milliyetçilik” diyor, “ayaklarımın altına aldım” diyor, aslında bu kavramlar hakkında üst üste on cümle kullanmaktan âciz bir entelektüel birikimsizlik söz konusu. Fakat on yıllık muhalefetsiz bir iktidarın keyfini sürerken bir taraftan, diğer taraftan da zaman zaman yazdığımız gibi bir ‘gizli ajanda’nın maddelerini de hayata geçiriyor, arkasındaki desteklerle(!).
Madalyonun arka yüzünde ise ‘BDP-PKK-İmralı’ ve medyadaki ‘psikoljik harp müfrezeleri’ var.
Bu yüzün bu ülkedeki karşılığı otuz yıllık bir zamana rağmen % altılık bir oy oranı.
Bu ülkede Kürt oldukları için bir ayrımcılık ve zarar gördüklerinden değil, Türk ne kadar zarar gördüyse o kadar zarar gördükleri için bu oran böyle... Ülkedeki sessiz Kürt çoğunluğun kan gölünün ortasından çıkarılacak bir haklar manzumesini onaylamadıkları için bu oran böyle. ‘Tutulmuş ve iğdiş olmuş devlet aklı’nın bu sessiz çoğunluk yerine katillerle masaya oturmasından dolayı böyle…
‘Türk ve Kürt Halkı barış istiyor’ mottosu hain bir mottodur ve bir ters köşedir. Ters köşeye yatırılmaya çalışılan Bu ülkenin bağımsızlığıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve geleceğidir.
‘Türk ve Kürt Halkı savaşmadı ve savaşmayacaktır”, doğru olan budur.
Bugün ‘Türk ve Kürt Halkı barış istiyor’ diyenler, olmayan bir savaşın üzerine inşâ etmek istedikleri parçalanmış bir Türkiye rüyaları görenlerdir.
Bunlar ise cevaplarını Sinop ve Samsun’da almışlardır. Her yerde de alacaklardır.
Başbakanın, “onlar beğenin beğenmeyin seçilmiş milletvekilleridir” şeklindeki her zamanki ucuz polemiği gerçeklerden uzaktır. Onlar kağıt üzerinde milletvekilleridirler evet, ama halkın gözünde ne olduklarının cevabını halk vermiştir, vermeye de devam edecektir.
“Denize işeyip, deniz benim” diyenler şeytanın ta kendileridirler.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi