

Sözün düşüşü…
Söz bir kere düşmeye görsün, sağır olmadığına nâdîm olur kulaklar. Kirpikler yukarıdan aşağıya düşemez, kavuşmaz birbirine ve şâhitlik eder gözlerin uyku yüzü görmediğine. Bir yakaza hâlidir sonrası, hiçbir şeyden haber-dâr olmayan bir uyanıklık hâlinin tüm mütenâkız tedâilerini muhtevî bir yakaza hâli. Bakan ama görmeyen, duyan ama anlamayan, acıyan ama hissetmeyen, konuşan ama söz söylemeyen, işiten ama dinlemeyen, tahkir olan ama alınmayan, tahfif edilen ama aldırmayan, istihzâ edilen ama umursamayan, tazyif edilen ama fark etmeyen, idealize edilen ama kıymet-dâr olmayan, iltifat edilen ama anlamsız bulan, anlam yüklenen ama anlamı zaten yitirmiş olan bir yere düşme hâlidir sözün düşmesi.
Bir nedâmettir, yazılıp çizilen binlerce yazı, bu yazının içindeki yüz binlerce kelime, milyonlarca hurûfât. Bir anlamsızlıktır, hangi derde devâ, “Hangi sadra şifâ olmuştur ki?” sorusu kalır geriye kallâvî bir bakiye olarak. Yazıcının kendisine bile şifâ ve dahi devâ olmayan bir araya gelmiş, getirilmiş milyonlarca hurûfun bir mezbelelik yığınına dönüşmesi hâlidir ya da nemli bir kâğıt tomarı gibi küf kokan bir hurdaya. Gün görmüş, umur görmüş, devlet görmüş bir hânenin kapısından sarılıp sarmalanıp gizlice antikacıya satılan ve antikacının tozlu raflarından sonradan görmüş bir ailenin ucuza kapattığı ve üzerinden tarih devşirdiği bir mala dönüşmesidir bir heykelciğin, bir tablonun ya da bir komodinin, sözün düşmesi. Ucuza kapatılıp ait olmadığı bir sehpanın üzerinde, heykelciğin tozunun silinip etrafa fiyakası satılan bir görgüsüzlük teşhirinin malzemesine dönüşmesidir sözün düşüşü. Bir aidiyet trajedisidir artık o sehpânın üzerindeki hâli, mahçup, mahzun, gururundan eser kalmamış, devrik, mağdur, mağlûp, kaderine râzı; ailenin şımarık çocuğunun haylazlığıyla yere düşerek paramparça olmayı ve çöpe atılmayı bekleyen ve aslında ölümü bekleyen bir teslimiyet hâlidir sözün düşüşü.
Cümle değerler tayfının târumâr olup bir acımasız kasırganın önünde savrulup gitmesidir toz zerrecikleri hâlinde. Planyaya tutulmuş bir masifin gözle görünmeyen kütle kaybıdır, o masifin gözle görünmeyen toz zerrecikleri hâlinde talaşa dönüşerek bir gariban sobasında ateşlere atılması, yanması, yanması, yanması ve etrafındakilerin yine de ısınamayışıdır sözün düşüşü.
Dişlerini gırtlağımıza geçirmiş zamanın tükenmesidir, dünlerin çoğalması ve yarınların azalmasıdır sözün düşüşü. Zembereğin bozulması ve zamanın yok olmasıdır. Tasavvurların helâk olması, koskoca bir ummânın içine damlamış bir tek göz yaşı gibi hiçbir kıymet-i harbiyesinin olamamasıdır, koskoca bir ummmânın içinde bulunamayacak olan, sebebi düşünülemeyecek olan bir tek gözyaşı gibidir sözün düşüşü.
Rüzgârın emrinde kaderine tâbi olmuş bir polenin, rüzgârın dindiği ânda bir toprağa değil, bir çiçeğe değil, bir granitin soğuk, parlak, pürüzsüz ve mükemmel ama anlamsız zeminine düşmesidir sözün düşüşü.
Son nefesini veren bir hastanın ağzını açmaya çalışarak, dudaklarını mecâlsizce kıpırdatarak tekellüm etmek isteyip de kelâma dönüşmeyen ve hastanın son ânında kelime olarak değil, son nefes olarak çıkmasıdır dünyaya sözün düşüşü. Refâkatçinin bile anlayamamasıdır kelâma dönüşemeyen o dudak kıpırtısını, o son tekellüm gayretini. Sözün düşüşü işte böyle bir acınası zavallılık hâlidir, ‘ört ki ölem’ hâlidir...
Soğuk ve iyice perdahlanmış bir mermere çarparak geri gelmesi ve yüzünüze tükürük gibi çarpmasıdır sözün düşüşü. Yüzünüze, zihninize, kalbinize bir hançer gibi girmesidir, öldürmeyen, kanatmayan ama yalnızca acı veren bir hançer.
Kan ırmaklarına dönüşmüş ağır bir dramanın içinden yükselen şen bir kahkaha sesi gibidir, belki de bir komedyanın en ortasına düşen hıçkırıktır sözün düşüşü. Bir cenâze alayının yüzlerindeki neşe, bir düğün alayının yüzlerindeki mutsuzluktur sözün düşüşü. Uzandığınız ipin kopmasıdır, tuttuğunuz dalın kırılması, beslediğiniz ümidin ölmesi, defnettiğiniz umutsuzluğunuzun can bulması, tekrar içinizde bir hortlak gibi dirilmesidir. Dizlerinizdeki dermânın vücûdunuzdan çekilişini seyretmektir, damarlarınızdan kanınızın akışını toprağa, son damlası olduğunu bildiğiniz gözyaşınızın tuzunun dilinize değmesi, dilinizin tutulmadan evvel sarf ettiğiniz son kelime ve bir daha söz söyleyemeyecek olduğunuzu bilmenizdir sözün düşüşü, kalbinizin son bir kez atmasıdır, ellerinizi uzattığınızda son kez, aradığınız eli ellerinizin arasında bulma ve hayata yine ve yeniden bağlanma ihtimâlinizin ölmesidir sözün düşüşü.
Sırf oyun olsun diye sert bir bakışla ağlatmaya çalıştığınız mâsum bir bebeğin, ağlamakla ağlamamak arasında, yüzünüzdeki ufacık bir tebessümü beklerken gülmeye hazır hâldeki çenesinin titremesidir sözün düşüşü.
Mona Lisa’nın ağzında patlamaya hazır bir sakız gibidir sözün düşüşü, alabildiğine kerih, alabildiğine çirkin, alabildiğine bayağı, yüzlerce yıllık Mona Lisa’yı âniden bir fahişeye çeviren bir iflâsın hâlidir sözün düşüşü.
Mikelenjelo’nun “Konuş artık Musa!” demesiyle dile gelen Musa heykelinin, Musa’nın arkasındaki kalabalığa söz söylemesidir sözün düşüşü, Musa’nın yüzüne bakmamasıdır, onu görmemesidir, onu ezip, geçip gitmesidir, sonra arkasına dönerek Musa’ya “Konuştum işte!” demesidir, yüzünde hiçbir his barındırmadan.
Van Gogh’un kesip attığı kulağının çürümüş hâli, Beşir Fuad’ın kestiği bileklerinden akan kana divitini batırarak yazdığı birkaç satırdır sözün düşüşü.
Bütün vecheleriyle düşmektir sözün düşüşü, düşmek ve düştüğün yerde kalmak, kalkamamak, seni kaldıracak kimseyi de bulamamaktır ve galiba seni kaldıracak kimseyi aramaktan bile âciz kalmaktır belki de. Bir kırılmadır, ince bir dal parçasının kırılması gibidir, artık kırılamayacak çırpılara bölünene kadar kırılmasıdır, bir araya gelip tekrar bir dal olamayacak kadar kırılması hâlidir sözün düşüşü…
Duvarda bir çerçevenin, komodinin çekmecesindeki albümün bomboş kalması, attığınız okun hedefinden çok uzaklara düşmesidir sözün düşüşü. Gözünüzün önündeki bir hedefe gitmeyip sizin hiç tanımadığınız ve kadrajınıza hiç girmeyen bir yere gitmesidir, attığınız okun size isyanıdır sözün düşüşü.
Cesimli bir lûgâtin sahifelerinin bir ânda silinmesidir sözün düşüşü.
Bir anlamsızlık hâlidir hülasa, düşmektir sözün düşüşü, bütün vecheleriyle düşmek, yere kapaklanmak hatta bizzat yer olmaktır sözün düşüşü, üzerinize basıp geçilebilen bir yer olmak…
Bir kabir taşıdır, üzerinde hiçbir şey yazmayan, ziyaretçisiz kaldığı zamanların her bir harfini sildiği yazısız ve kimsesiz bir kabir taşıdır. Altında kayan toprağın boynunu eğdiği bir servidir, aslında belki de yalnızca ve yalnızca bekleyen bir kabir taşıdır.
Sözün anlamını yitirmesidir…
Asl’olan tekellüm edilen, yazıya geçirilen söz değildir…
Sözün anlamını yitirmesidir…
Aslolan, tekellüm edilen, yazıya geçirilen söz değildir.
Sözün anlamını yitirmesidir…
Aslolan, tekellüm edilen, yazıya geçirilen söz değildir.
Aslolan, eksilen kelimelerin vicdânı, adâleti, vefâyı ve nihâyetinde insanlığı katlettiği sözlerdir…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi