Ramazanda sabreden hükümet, itikafa girdi, iki bayram arası da sabrediyor…
“PKK’lı teröristler halı sahada futbol oynayan polislere uzun namlulu silahlarla ateş açtılar.. Bir komiser ve onu izlemeye gelen eşi saldırıda hayatını kaybetti.”
Yazması acı, ama neredeyse günlük haberler kabilinden bir haber hâline gelen başlıklardan birisi. Ya da televizyon ekranlarından önce alt yazı ile geçen, sonra da bâzı görüntülerle ekrandan akan bir terör haberi:
“Teröristler yine can aldılar...”
Halı sahada futbol oynayan bir komiser ve onu izlemeye gelen eşi…
Yani o ânda eşi gibi komiser de sivil.
Bir kurgu yapalım ve olayı değiştirelim.
Munzur kıyısında bir halı sahada futbol oynayan “bölge halkı”ından gençlere ve onları izlemeye gelen kızlı erkekli seyircilere ateş açıldı, olayda bir genç ve seyirciler arasından bir genç kız öldü, sekiz seyirci de yaralı. Katiller hızla olay yerinden uzaklaştı. Olay yerinden uzaklaşan aracın plakasının (x) emniyet birimine veya (y) askerî birliğe ait olduğu saptandı.
Neler olurdu bu ülkede?
Aynı televizyon kanalları bu haberi nasıl verirlerdi?
Aynı ekranlar yorumcularla dolar taşardı. Orada futbol oynayanların aileleri ekranlara gelir, arkadaşları konuşturulur, 17-18 yaşında sabi çocuklar(!)ın futbol, spor aşkından bahsedilir, “onlar yalnızca futbol oynamak istemişlerdi” dramaları yapılırdı.
Ethen Mahçupyan da bir drama yazardı muhakkak.
Cengiz Çandar bu hâdisenin Ortadoğu’daki dengeleri nasıl değiştireceğini anlatırdı.
Hükümet sözcüsü mahçup açıklamalar yapar, kâtillerin en kısa sürede yakalanacağını söylerdi.
Peki, halı sahada futbol oynayan bir komiser ve onu izlemeye gelen eşinin ölümü üzerine neden aynı şeyler olmuyor?
Komiserin eşi olmak sivil olmaktan çıkarıyor mu o insanı?
Ya da ölen o kadının komiser eşi olması, vicdanları köreltmeye, vicdanları susturmaya gerekçe mi?
Emniyet plakalı bir araç için kıyâmeti kopartanlar, ortalığı birbirine katanlar, insan hakları destanları yazanlar, kalemlerine, ekranlarına, dillerine neden kilit vuruyorlar?
Ve mübârek ramazan ayında sabrı taşına dönen hükümet!
Ramazan geçti, bayram da geçti.. siz hâlâ itikafta mısınız?
Olan biteni görmüyor musunuz? Patlayan mayınlardan, parçalanan vatan evlâtlarından haberiniz yok mu?
Şimdi hangi gerekçe ile sabrediyorsunuz? Acısına katlandığınız parçalanan evlatlâr, tezkeresini heyecanla beklediğiniz kendi evlâdınız olsaydı da aynı metânetle sabreder miydiniz?
Şimdi de “iki bayram arası” diye mi sabrediyorsunuz?
Havalandırdığınız birkaç uçak tesellî ikramiyesi mi şehid ailelerine?
Kaçan teröristleri yakalamak için operasyon düzenlemekten daha usanmadınız mı, utanmadınız mı hâlâ?
O Kandil denen dağı neden yerle bir etmiyorsunuz?
Uçağınız mı yok, benzininiz mi yok, merminiz mi yok, askeriniz mi yok, cesâretiniz mi yok?
Özel kuvvetleriniz, özel timleriniz, komandolarınız hangi gün için var?
Kahpe bir mayının parçalarıyla paramparça olarak şehid olan vatan evlâdı, Kandil Dağı denen şeytan yuvasını yerle bir etmek için bin kere şehid olur, yüz bin kere şehid olur, milyon kez şehid olur. Ne duruyorsunuz, o şeytan yuvasını neden yerle bir etmiyorsunuz?
Terörün bedeli “şu kadar milyar dolar” diye açıklama yapan hükümetin Sayın Bakanı, hesabınız kuvvetli anlaşılan; “Binlerce vatan evlâdı kaç dolar eder” bunun hesâbını da yapabilir misiniz?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi