Barış sürecinin kardeşliği: “Bâtılın kast edildiği hak söz…”
Tarih, mağlubiyetle meydanlardan çekildiği savaşlarda bile bu denli bir zilleti, bir zaafı, gafleti, aymazlığı Türk tarihine not düşmedi.
Otuz yıldır ülkeyi kana bulayan PKK, bizzat AKP hükümeti tarafından muhatap alındı, PKK ile masaya oturdu, pazarlıklar yaptı. İçinden daha büyük bir kardeş kavgası, daha büyük bir sosyolojik kaos, daha büyük bir terör, daha büyük bir çatışma zemini doğacak olan süreç ‘barış süreci’ adı altında ülkeye sosyolojik mayınlar döşenmekte.
İmralı’daki Katil, Kandil’deki katiller, bütün hayatlarını Türk ve Türkiye alerjisiyle geçirmiş eski tüfek komünist kırıntıları, bütün hayatını T.C. fobisiyle ve düşmanlığıyla tüketmiş siyâsal islâmcı işbirlikçi gürûhu, PKK’nın TBBMM şubesi BDP’liler, kıymeti kendinden menkul ve ancak bir mükellefiyet bahsinde adı anılabilecek sinema soytarıları, islâmcı postuna bürünmüş Kürt ırkçıları, siyâsal islâmcı gömleği giymiş ve AKP içinde mevzilenmiş Kürt ırkçısı politikacılar, Diyanet İşleri Başkanı hep bir ağızdan aynı türküyü söylüyorlar, bu türkünün adı ‘kardeşlik’…
Bir arada bir saat bile zaman geçiremeyecek, bir saat bile birbirlerine tahammül edemeyecek olan bu kadar benzemez içinden nasıl bir kardeşlik doğacak, bu soruyu soran yok. Diyanet İşleri Başkanı’nın Diyarbakır’daki Kutlu Doğum Haftası konuşmasında verdiği “hırkayı yere sermek ve içine kırılan onurları koymak” örneği bu benzemezleri nasıl bir araya getirecek, bu benzemezleri hangi safta hizâlayacak, bu benzemezleri hangi niyete tekbir getirtecek, bu benzemezlerin alınlarını hangi rükûda eğdirip hangi secdede buluşturacak, bu soruları soran yok. O hırkanın ucundan hangi şehit ailesi tutacak, o hırkanın ucundan hangi katil kanlı elleriyle tutacak ve devlet ve Diyanet, vatandaşı adına hangi hukukla katillerle helâlleşecek? Bu soruyu soran yok…
Suçların ve helâlleşmenin şahsîliği, hangi fıkıh kitabından, hangi sünnetten, hangi hadisten, hangi içtihattan, hangi icmâdan istinbat ve istihrâc edilerek görmezden gelinecek, vicdanlardan silinecek, bunu izah eden yok…
Varsa yoksa ‘barış süreci’ adı altında bir simülasyon tüm televizyon ekranlarından enjekte ediliyor.
Hâricilerin mızraklarının ucuna iliştirdiği “Lâ hükme illallah” hükmü kendisine iletildiğinde Hz. Ali’nin cevâbı bugünleri de izah ediyor. Hz. Ali, bu söz için, “Bâtılın kast edildiği hak söz” diyor.
Elinden oluk oluk kan akanların, ölüm emirlerini verdikleri o kirli ağızlarından dökülen kardeşlik de, ülkeyi gerçek bir bölünmeye götüren bâtılın kast edildiği hak söz olarak düşüyor tarihe…
PKK’lı katiller ellerinde silahları televizyon ekranlarında geçit yapıyor, sanki PKK otuz yıldır on binlerce insanı öldürmemiş, sanki PKK otuz yıldır namlusundan boya atan oyuncak silahlarla bu ülkenin dağlarında paintball oynamış gibi bir kurmaca hoşgörünün muhatabı kılınıyor.
Karayılan denilen katil Kandil’de basın toplantısı yapıyor, TSK’ya ikazlarda bulunuyor, Türk medyası da bu toplantıda tarihe geçiyor, ‘asrın Pravdası’ olarak. Kandil neresidir ve Kandil’de yıllardır ne yaptı bu katiller, bu soruyu soran yok!..,
Aynı saatlerde TBMM’de bir AKP milletvekilesi “Bugün Türkiye’de bayram var bayram…” diye haykırıyor… Aynı kürsüde BDP’li Sakık “Bu yenişemeyenlerin helâlleşmesidir” diyor. “Yenişemeyenlerin helâlleşmesi…”.
Sanki Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşısında dağda yuvalanmış birkaç bin haydut, birkaç bin katil, birkaç bin eşkıyâ değil de bir ordu var sanki ve o orduyla yenişememiş koskoca bir Türkiye Cumhuriyeti devleti söz konusu olan.
Bu zillet her şeyden evvel bizzat devlet olmanın, devlet olarak varlığını devam ettirmenin felsefî dibâcesini ortadan kaldıran bir zillet.
AKP, onun istisnâsız fert be fert tüm bürokrasisi, medyası, STK’ları, akademisyenleriyle bir zillet fotografının portreleri olarak kaydolacaklar tarihe ve tarih onları hep bir ihânet alt yazısı olarak yazacak bu fotograflarla aynı sahifede…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi