İki öfkenin analizi
Eylemlerin arkasında kim olursa olsun, biber gazından çok daha yoğunluklu olarak ülkeye yayılan yalnızca bir birikmiş öfke. Biber gazı yiyenlerin tedâvileri mümkün, fakat iktidarın, yani Recep Tayyip Erdoğan’dan ibâret AKP iktidarının bu öfkeden hâlâs olması ya da bu öfkeyi anlama çabası pek mümkün görünmüyor, üstelik bu öfke karşısında Başbakanın bildik tavrı yine bir devlet tavrı değil, kahvehâne restleşmesi; “Biz de istersek Kazlıçeşme’ye iki yüz bin kişi yığarız, evlerinde zorla tuttuğumuz yüzde elli iki var”.
Bir yıldır Esed’e “Halkına zulmetme…” diye üst perdeden bağırıp çağıran Başbakanın iktidarının ilk karşılaştığı kriz karşısında, meydanlardaki yüz binlerce vatandaşa ‘marijinal, çapulcu’ olarak hakaret etmeğe devam etmesi bir ‘kararlılık’ değil, olsa olsa güce esir olmanın, gücün şehvetiyle içine hapsolduğu psikolojik marazların neticesidir.
İşin aslı, Başbakanı iktidara getiren motivasyonun adıdır öfke.
Balkon konuşmalarında kırk bohçaya sarıp gizlediği bastırılmış duygusunun adıdır öfke.
İçine doğduğu siyâsî geleneğin arka bahçelerinde belirlenen fikir ve zihin yapısına yıllarca enjekte edilen milliyetçilik düşmanlığının, biber gazı gibi içine çektiği hamâsetin, zihninde biriktirdiği ve Dersim tartışmalarında ortaya çıkan T.C. alerjisinin adıdır öfke.
Uzun yıllar eziklik hissiyle yol aldığı siyâsî yolculuğunda bir kenara aldığı notları, tuttuğu hesapları gördüğü rövanşist devr-i iktidârının adıdır öfke.
Şimdi ise hiç beklemediği/hesâb etmediği, edemediği bir öfkenin muhatabı. Hiç de alışık olmadığı, seçim akşamlarının kendisini şımartan sonuçlarının kendisine kaybettirdiği olan biteni anlama cehdinin eksikliğiyle yine ağzına pelesenk olan ‘çapulcu’ hakaretiyle geçiştirebileceğini zannettiği bir başka öfkeyle karşı karşıya.
Deprem gazı gibi kendisinin biriktirdiği bir öfke bu.
Birkaç ağacın dallarından filizlenen bu toplumsal öfke, yüz binlerce kişiyi ‘marijinal’ olarak tanımlama saçmalığına götüren bir öfke bu.
On yıldır partisini ve iktidarını iki dudağının arasından sâdır olan hikmetli(!) tâlimatlarla yönetirken kırıp geçirdiği kitlelerin öfkeli isyanı.
“Ananı da al git” dediği, “birkaç kelle” dediği, “çapulcu” dediği kitlelerin öfkeli isyanı bu.
Başına çuval geçirilen askerin hesabını sormayan, Habur’daki kepâzeliği görmezden gelen, ellerinde askerlerimizin kanlarıyla sınır dışına çıkan PKK’lıların can güvenliğini teminat altına alan, İmralı’daki katil ile birlikte yeni bir Türkiye projeksiyonu yapan, Diyarbakır’da toplanan kalabalığa okunan Apo’nun mesajından barış çıkaran, gönderden indirilen Türk bayraklarının yerine çekilen PKK bayraklarını umursamayan, medyayı kendi tek sesli Pravda orkestrasına dönüştüren, aldığı oyu sınırsız güç zanneden, demokrasiyi problemleri çözme metodu olarak değil, yalnızca seçim sonuçları olarak gören bir totaliter zihne ve o zihnin etrafındaki şımarık kadrolara isyanın öfkesi bu.
Bilgisayar başında vaktini tüketen ve hiçbir şeyden anlamayan bir nesil olarak gördüğü, sırt çantaları, kulağındaki küpesi, dövmesi, yırtık kotları, kulaklarından eksik etmedikleri kulaklıkları ve İPOD’ları ve oynadıkları strateji oyunlarıyla küçümsediği, toptan alkolik olarak gördüğü bir yeni neslin on yıllık isyanının öfkesi bu.
Ülkedeki muhalefet yokluğunun, farklı sese tahammülsüzlüğün, sahnedeki tiyatrocu gibi yalnızca alkıştan beslenen ve asla eleştiriye tahammül etmeyen, en ufak bir eleştiride aldığı oy oranını masaya süren ve eleştirenleri bazen nankörlükle, bazen kandan beslenmekle, bazen ufuk yetmezliğiyle suçlayan, aklına eseni hemen asrın projesi olarak takdim eden, İstanbul’u kağıt helva gibi ortadan ikiye bölüp yeni bir boğaz yapmayı dâhiyâne bir fikir zanneden, TOKi canavarıyla şehirlerin ortalarına ucûbeler diktirip bunu da kentsel dönüşüm olarak pazarlayan bu kafaya duyulan öfkenin adıdır bu.
Evet, eylemlerin arkasında, içinde, sağında, solunda örgütler vardır.
Fakat hiçbir marjinal örgüt yüz binlerce insanı sokağa dökecek kadar organize olamaz.
O örgütlerin yaptığı yalnızca korkunun dağları aşmasına sebep olmalarıdır.
Gerisi bir toplumsal öfkenin adıdır ve artık Başbakana da partisine, iktidarına ve bürokrasisine de rahat yoktur...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi