Herkesi öldürün, Tanrı kendisinden olanı nasıl olsa tanıyacaktır!..
Engizisyon şövalyelerinin bir beldeye girdiğinde içine düştüğü açmaz, Kilise taraftarlarının diğerlerinden nasıl ayrılacağıydı. Kilise bu açmazı kolayca çözmüştü:
“Herkesi öldürün, Tanrı kendisinden olanı nasıl olsa tanıyacaktır!..”
Rahipler o kadar mütevâzıydılar ki, tevâzularından dindarlığı ve şehitliği hep halka bırakıyorlardı!
* * * * *
Kibir ve zulüm itiyad haline gelip adâlet hâk ile yeksân olduğunda Emevî meliklerinin saltanatı ile Engizisyon kilisesi arasındaki fark da ortadan kayboluyor, zulmün yalnızca sıfatı değişiyordu.
Yaptıkları zulmü “Allah’ın kaderi üzerine cereyân ediyor” diyerek ‘takdir’ olarak meşrûlaştıran Emevî zihniyetine cevap Hasan-ı Basri’den geliyordu:
“Bu Allah düşmanlarının yalanıdır…”.
* * * * *
‘Herkes için adâlet’ tasavvur edemeyecek kadar, kimden gelirse gelsin zulmün karşısında ve mazlumun yanında olamayacak kadar, kanaatlerini ve tercihlerini nâmusları hâline getirecek kadar, kinlerini ve öfkelerini nefislerinden sıyırıp Allah’a ve dine yaslayacak kadar adâlet hissini iktidârlarının gücünden emdikleri şehvete kurban edenlerin sonu tarihin zulüm sahifelerinde anılmak olacaktır.
Allah’ın, fıtratın ve dinin ve medeniyetin ve hukukun ve ahlâkın ve insanlığın vazgeçilemez biricik değeri olan ‘adâlet’i hırslarına, nefislerine, vazgeçemedikleri makam ve mevkilerine kurban edecek kadar gözleri dönen, vicdanlarını susturanların yeri tarihin çöplüğü olacaktır.
‘Fırat’ın kenarındaki koyun’ metaforuyla, ‘kimsesizlerin kimsesizi’ iddiasıyla, ‘askerî vesâyet demokrasisi’ şekvâsıyla, bir şiir okuma yüzünden yaşanan ‘mağdurluk’la, ‘beytü’l mal ve yetimin hakkı’ mottolarıyla oturulan iktidarı, sivil vesâyete, talan edilen beyt’ül mala, kendisine oy veren yüzde elliyi tehdit unsuru olarak kullanıp diğer yüzde elliyi elinin tersiyle itmeye ve ‘Fırat’ın kenarındaki koyun’u çakallara, sırtlanlara yem etmeye devşirilen bu mütedeyyin(!) iktidâr tarihin şâibeliler sahifelerine yazılacaktır.
‘Açılım’ adı altında, bin yıllık birlikte yaşama irâdesinin içine etnik fitne tohumları eken, ellerinde on binlerce Mehmetçiğin kanı olduğun halde ülke dışına çıkmaları için İmralı’daki katil başı ve onun Avrupa’daki örgüt üyeleriyle sayısız pazarlıklar yapan ve İmralı’daki katilbaşını barış havârîsi olarak salıvermeye hazırlanan, Türk askerinin başına çuval geçirildiğinde gargara yapan, askerî uçağımız düşürüldüğünde artık dışişleri politikamızın şiârı haline Gme elen kolpacılığa devam eden, Reyhanlı’da patlayan bomba ile elli ki vatandaşımız öldüğünde eli kolu bağlanan bu akçeli şaibeleri mütesettir iktidar tarihin karanlık sahifelerinde yazılacaktır.
Bir yılı aşkın bir süredir, ülkesinde iç savaş yaşanan Esad’a “halkına zulmetme” diye bağırıp çağıran, Libya’da NATO ordusunu meşrûlaştıran, Malatya’da füze üssüne cevaz veren, Irak’ta çocukların üzerine sortilerle bomba yağarken ve Ebû Garip hapishânesinde Arap kadınları Amerikan askerlerinin tacâvüzüne uğrayıp, dışarıya “burayı bombalayın, yok edin” diye pusulalar gönderirken “Kahraman Amerikan askerlerinin evlerine sağ salim dönmeleri için dua eden”, İsrail’in saldırısıyla Mavi Marmara baskınında dokuz vatandaşımız öldürülürken bir tek gemisini bile Akdeniz’e çıkaramayıp ancak bir mizansen ile Davos’ta efelenen bu muhafazakâr iktidar tarihin netâmeli sahifelerine yazılacaktır.
Adâleti anlamın haysiyetinden sıyırıp bir tabelâya düşüren, adâleti ahlâkın olmazsa olmazlığından ayırıp politikanın bir argümanı haline getiren, adâleti insanlığın müşterek değeri olmaktan düşürüp yandaşları arasında paylaşılacak bir nema olarak gören bu, dilinde Allah lâfzı, alınları secdede, ağızlarında oruç bulunan ama Peygamberin gönderiliş ideali olan güzel ahlâk ve adâletle hükmetmeyi siyâsî düsturları arasında barındırmayan iktidar tarihin utanç sahifelerinde yazılacaktır.
Bunca kibri, bunca baskıyı, bunca benliği, bunca talanı, bunca münâsebetsizliği, bunca ihaneti, bunca görgüsüzlüğü görmezden gelip meşrûlaştıranlar da zindanda “Eğer benden Vâsıt mescidin kaplarını saymamı isteseydi onu bile kabul etmezdim” diyen Ebû Hanife’nin değil, Halife Ebû Cafer El-Mansur’un yanında tarihe kaydolacaklardır.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi