Ülkücü Hareket ve boş meydanlar…
“Bu sonbahar komünizm gelecek” tehtidiyle binlerce can veren, binlerce ocağı sönen Ülkücü devlet hassasiyeti, Taksim’de asılan üç-beş pankartın tahrikiyle yine ‘müesses nizam’ın yanına düştü. ‘Müesses nizam’ın yani, devletin elden gideceği tehlikesiyle tehdit eden muktedirlerin yanına, yani ‘yeni statüko’nun yanına. Taksim’de ‘konuşlandırılan’ ve ‘kurulan’ ve ‘beslenen’ ve ‘kurgulanan’ ve ‘yol verilen’ bir kaç yüz maskelinin devleti yıkabileceği gibi bir kurguya teslim etti zihnini.
İdeolojiler müzesinde bile kendisine yer bulmakta zorluk çeken, ardında yıkılıp yerlerde süründürülen Lenin, Enver Hoca, Stalin heykelleri, tişörtlere basılan Che posterleri ve bolca kan izi bırakan, en güçlü ve en câzip olduğu yıllarda bile Türkiye’de toplumsal hiçbir karşılık bulamamış, en son Çavuşevsku’ya ümit bağlayacak kadar alçalmış Komünistlerin Taksim’deki bir avuç militan müsveddesi mârifetiyle müesses nizâmın yanında yer almak da sanırım ancak ülkücü devlet hassasiyetiyle izah edilebilecek bir paradokstu.
Ülkücü hareketin ne kadar ‘kırmızı çizgi’si varsa o çizgilerin üzerinde tepinen, bir iktidârın karşısında, bizzat Başbakanın ifâdesiyle “muhalefet boşluğu”nu ‘siyâsî bir karadelik’e çeviren Ülkücü Hareket, Habur kepâzeliğinden bu yana muhalefet alanlarını ‘ustalıkla’ ıskalarken, toplumsal bir muhalefetin lideri olmaktan da âciz kaldı tabii olarak.
Başbakanın ve bakanlarının “şehitler üzerinden siyâset” yapmak ve “kandan beslenmek” suçlamalarınıın altında ezilerek, kendi kırmızı çizgilerini kendi atâletiyle silen, hassasiyetlerinin toplumdaki karşılıklarını kendi pasifliğiyle etkisizleştiren ve toplumdaki duyarsızlığın itiyâd hâline gelmesine sebep olan Ülkücü Hareket, ‘gezi parkı’ üzerinden yükselen toplumsal muhalefet dalgasının üzerinde de sörf yapmayı tercih etti, günler sonra gecikmeli olarak ve etkisiz bir biçimde yandan destek açıklamaları ise karşılık bulmadı.
‘Gezi parkı’ndan başlayarak on yıllık AKP iktidârına yönelen muhalefet dalgası, Taksim ve Taksim’deki komünist militancıklar devreye sokularak boğuldu.
Mottoya dönüştürülen “Camide içki içtiler” yalanı, başörtülü bir kadına ve bebeğine yapıldığı söylenen ve bugün itibariyle de halen şüpheli bir bilgi kirliliğinden ibâret kalan provokasyon ile sokaklara dökülen muhalefeti yasadışı sol örgütlerin peşine sürüklenen, dış mihrakların oyununa gelmiş, faiz lobisinin yığınları olarak ambalajlayan hükümetinin vagonu olgezi du yine muhalefet.
Taksim’den değil ama ‘gezi parkı’ndan yükselen muhalefetin içinde değil ama kendi diliyle, kendi kavramları ve kendi argümanlarıyla ve kendi uslûbuyla yanında olması gereken Ülkücü Hareket maalesef yine bir muhalefet alanını ‘ustalıkla’ ıskaladı.
Habur’dan başlayan ve ‘şeytanın 63 elçisi’sinin raporlarıyla doruk noktasına ulaşan ihanet sürecini adım adım meydanlara taşıyarak, devletin başına açılan en büyük tehlike ve belâyı toplumsal muhalefete dönüştürmek, iktidarın tek başına oynadığı oyuna, İmralı’daki bebek katilinin elinden akan kana rağmen devlet katında bir barış elçisi muamelesi görmesine “dur” demek, her karış toprağını bedeli şehit kanlarıyla ödenmiş Türkiye’nin geleceğinin ancak ev ancak, hayatını Türkiye’ye ve Türk’e düşmanlıkla yaşamış ‘âkiller’ güruhunun raporlarlarıyla değil, Türk milletinin kararlarına bağlı olduğunu hükümete ihtar etmek, meydanları üç-beş sokak göstericisine bırakmamak ve medyalarda Ülkücü Hareketin millî reflekslerinin, millî hassasiyetlerinin, millî endişelerinin sesini yükseltmek ve bu sesin içinde ‘açılım’ adı altındaki ihâneti boğmak; Kerkük’e, Doğu Türkistan’a ve Türk dünyasına kör ve sağır olanlara Türk’ün sesini yükseltmek; işte aksiyoner Türk Milliyetçiliğinin üstlenmesi gereken asıl misyondur.
Meydanlar her şeye rağmen siyasetin vazgeçilmez nabzıdır.
Aksiyoner Türk milliyetçiliği, meydanları kime bırakırsa meydanlardan onun sesi yükselir.
Ülkücü Hareket meydanları boş bırakırsa o meydanları Melih Gökçek’in naylon bozkurtları doldurur.
Ülkücü Hareket’in doldurduğu ve Ülkücü Hareket’in sesinin yükseldiği meydanlarda çakal sesi duyulmaz.
Muhalefeti bu denli ıskalayıp, Taksim’deki hükümet medyasının servis ettiği fotograf karelerine takılıp, polisin şiddetini ve hükümetin manipülasyonlarını görmezden gelerek, üstelik iktidarın tarafında düşmek aksiyoner Türk milliyetçiliğinin ve Ülkücü Hareketin kimliği olamaz.
“Daha son sözümüzü söylemedik…” sözü olan bitene bu denli kaygısız ve hareketsiz kalmayı meşrûlaştıracak, haklı kılacak, güven verecek, yüreklere su serpecek bir teminat olmaktan çok uzaktır.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi