
Bu ülkede artık şehitler ölüyor…
Gören de dünyanın zembereğinin Ankara’da kurulduğunu zanneder. Başbakanın, hükümet üyelerinin ve husûsen, bilhassa, özellikle, üstüne basa basa ifâde edelim ki Davutoğlu’nun beyanlarını dinleyenler, kendisinin Ortadoğu’daki siyasetin kurucusu olduğu zehâbına kapılırlar.
Mısır’da darbe olmuş, Mursi devrilmiş…
Evet.. Mısır’da darbe oldu, alenen bir darbe.. Mursi de darbe ile alaşağı edildi…
Mısır demokrasisi için kara bir gün olarak geçecek tarihe...
Başka?
Ne yapalım, Tahrir meydanına taşınıp gösteri mi yapalım?
Türk illeri için unutturulan sloganları adapte ederek, “Mısır bizim canımız, fedâ olsun kanımız” diye bağıralım mı?
Haydi onu da yapalım, dünyada nerede bir mazlum varsa orada olmak Türk için fıtrî bir mesuliyet ve tarihî bir hakikattir, aynı zamanda tertemiz bir sicildir de.
Suriye’de Esad zulmünün altında inleyen mü’min kardeşlerimiz var, onlara kapılarımızı ve gönüllerimizi açmak evvelen bizim üzerimize mes’uliyettir, başımızın üzerinde yerleri vardır, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mültecî Suriyelilerle ilgili hassasiyetinde olduğu gibi “ekmeğimizi de, battaniyemizi” de bölüşmek bizim için bir dinî vecibe olduğu gibi millî haslettir de…
Fakat, kalbi yalnızca Tahrir ve Adeviye Meydanın’da atanlar, kalbi Esad kiniyle dolu olanlar, güne Mısır’daki darbeyle ve Esad’la başlayanlar, onlarla yatıp kalkanlar, şehit ailelerinin onurları dururken, hırkasını yere serip içine rencide olan PKK onurunu koyanlar; üzerinde yaşadığınız, beslendiğiniz, makam sahibi olduğunuz ve adına vatan denilen Türkiye’de olanlardan haber-dâr mı değilsiniz, olanları tecviz ve tasdik mi ediyorsunuz yoksa ilgi alanınıza mı girmiyor?
Tahrir ve Adeviye meydanlarına kilitlenmiş gözleriniz ve kalpleriniz, Lice’de olan bitenleri görüyor mu?
Diyarbakır'ın Lice İlçesi'ne bağlı Yolçatı Köyü kırsalında, 170 adet çukur kazıldı, o çukurlara dağda Mehmetçiklerimizin kanına girenler gömüldü ve adına da ‘şehitlik’ dendi, açılışı yapıldı. Açılış öncesinde yol emniyetini devletin polisi ve jandarması sağladı, ardından ‘PKK Asayiş kuvvetleri’ kontrolü eline aldı. Yüzlerinde poşuları, ellerinde silahları olduğu halde PKK’lılar törene VİP konuklar olarak iştirak etti, “Düşmanın katliamlarına, soykırımına mâruz kalan Kürdistan Toprakları” diye halen Türkiye sınırları dâhilindeki topraklardan bahsettiler, Türkiye Cumhuriyeti Devletine hesap soracaklarını ihtar ettiler. 170 çukurun bulunduğu bölge Apo’nun ve PKK’lı teröristlerin posterleriyle donatıldı, tepelerde PKK’lı militanlar silahlarıyla ‘önlem aldılar’.
Dağlıca’daki, Aktütün’de, Serin’de, Samanlı’da, Çobanpınar’da, Taşlıtepe’de Taşdelen, Üzümlü , Perihan , Betonpınar, Sivritepe, Dikboğaz, Tuzla, Alan, Derecik, Çelik , Kısıklı, Serbest , Sultantopu, Kavaklı , Pirinçeken , Ördekli , Ortaklar , Kocatepe, Sarıyayla’daki katliamların cânileri, silah taşımak, silahla şenliklere katılmak, kürsülerde konuşmalar yapmak, şehirde kimlik kontrolleri yapmak, gazetelere silahlarıyla poz vermek ve Türkiye’yi tehdit etmek imtiyâzını bizzat Başbakandan almaktadır.
Güneydoğu’daki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ‘hükümranlığını’nı günden güne PKK’ya devreden bizzat Başbakandır.
Mısır’daki kıçıkırık demokrasi için kanlı gözyaşları akıtanlar, Kerkük’te şehit olan Türkleri ağızlarına almayanlar, Doğu Türkistan’daki zulmün araştırılması için TBMM’de verilen önergeyi reddedenler, Enes İslâmoğulları’nın pazar günkü yazısının başlığındaki gibi ‘üç maymun’u oynayanlar bizzat Başbakan ve hükümetidir.
Mehmetçiklerin, polislerin, halk otobüsünde yanarak can veren genç kızımızın, Gaziantep’te bombalarla parçalanan bebeklerimizin kanlarıyla yeni anayasa yazan ve PKK’dan her gün bir başka tehdit, her gün bir başka şantaj, her gün bir başka racon yiyen Başbakan’ın ve AKP Hükümetinin Bakanı Hüseyin Çelik ise Devlet Bahçeli’nin paçalarına savlet ediyor.
Hâtıralarının üzerinde katillerinin ve işbirlikçilerinin tepindiği şehitler ölüyor artık ‘bu ülke’de...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi