Şeriatın ve İslâmi çatının altında kan gölü…
Kan çukuruna dönen Ortadoğu’dan bir birleşme(!) haberi düştü gündeme. Suriye’de silahlı muhalif gruplar bir birleşme çağrısı(!) yaptılar. Grupların arasındaki iki önemli örgütün diğerlerine göre daha baskın bir anlam karşılığı var hâfızalarda, gerek bilgi ve gerek görsel olarak;
‘Özgür Suriye Ordusu’ ve El Kaide ile bağlantılı ‘El Nusra Cephesi’.
Birleşme çağrısının gerekçesi ya da hareket noktası da bölünmeleri ortadan kaldırmak.
Birleşme için ‘şeriat çatısı’nı uygun görmüş bu örgütler, ‘şeriat çatısı altında’ birleşeceklermiş.
Birlik çağrılarında, “İmza koyan güçler olarak, tüm askerî ve sivil güçleri yasamanın tek kaynağı olacak şeriata dayanan açık bir islâmî çatı altında birleşmeye çağırıyoruz” diyorlar.
‘Şeriat’… ‘İslâmi çatı’… ‘Birlik’…
İlk duyuşta bir müslüman için oldukça melodik ve müspet tedâileri ihtivâ eden kavramlar ve kelimeler…
Şeriat, doğru yol, Allah’ın emirleri, âyet, hadis ve icmâ-i ümmet esaslarına dayanan din kâideleri…
İslâmi çatı, ‘adâlet’ direğinin üzerinde yükselen islâmî değerlerin muhafazası…
Birlik, tevhid, bir kılma, bir olarak bakma, bir olarak anlama, ‘lâilâhe ill-Allah…’
Bırakınız müslümanları, hiçbir din mensubunun mutazarrır olmayacağı, tam aksine kendisini itimat rahatlığıyla bir ‘eman ülkesi’nde hissedeceği kavramlar ve kelimeler…
Peki, kitapta durduğu kadar mâsum kalabiliyor mu bu kavramlar ve kelimeler hayatın içinde, mâsumiyetini kurtarabiliyor mu bu kelime ve kavramlar insanların elinden? Kitabın yüzünden okunurken kalplere verdiği inşirâhı, insanın bitmez tükenmez iktidar şehvetinin zihnine düştüğünde de veriyor mu bu kelimeler ve kavramlar aynı inşirâhı; gözleri nemlendiriyor mu, kalpleri yumuşatıyor mu?
Allah’ın ‘adâlet’ üzerine binâ edilmiş emirlerinden mürekkeb şeriat, kitabın ortasından çekilerek insanın tahakküm hırsının emrine amâde kılındığında adâletin tecellîsine imkân kalıyor mu?
Muhammed ümmeti ve İsa ümmeti de dâhil olmak üzere bu ve buna benzer sorulara “evet” cevabı vermeyi isterdi bütün insanlık. Fakat ümmetlerin de sicili bu “evet” cevabına cevaz verecek mâsumiyette değil…
Çarmıh’tan Kerbelâ’ya, Cemel Vakası’ndan Otuz yıl Savaşları’na kadar kanlı tarihin yazıcılarının kadîm meskeni Ortadoğu nicedir…
Oluk oluk kanın diktatörler ve onların zulmüne direnen muhalif zâlimlerin akıttığı kanla sulanıyor Nil Vâdisi’nin, Bâbil’in ve Nuh’un torunlarının ülkesi Suriye’nin toprakları. Bu kadîm topraklar muktedir diktatörlerin ve o iktidâra sâhip olmak isteyen muhalif zâlimlerin akıttıkları kanlarla sulanıyor, gencecik bedenler düşüyor topraklara...
Öldürürken, boğazlarını keserken insanların, öldürdüklerinin kalplerini söküp dişlerken, yerlere yatırıp onlarca mermiyi vücutlarına boşaltırken insanların, sıra sıra kurşuna dizerken insanları sorgusuz sualsiz hep aynı gür sesleri duyuyoruz:
“Allaaaaahu ekber, Lâilâhe ill Allah…”
Allah adına insanların boğazlarını kesiyorlar, tıpkı zulmüne karşı durduklarını söyledikleri diktatörler gibi…
Allah adına sorgusuz sualsiz kurşuna diziyorlar insanları, tıpkı zulmüne karşı durduklarını söyledikleri diktatörler gibi…
Allah adına kalplerini söküp dişliyorlar insanların, Hamza’nın ciğerini söküp dişleyen Hind gibi ve tıpkı zulmüne karşı durduklarını söyledikleri diktatörler gibi…
Allah adına bombalıyorlar insanları suçlu, suçsuz, sivil, asker, çoluk çocuk ayırmadan, tıpkı zulmüne karşı durduklarını söyledikleri diktatörler gibi…
Ve bunlar çağrı yayınlıyorlar, ‘şeriat çatısı altında’ birlik çağrısı…
Emdikleri kanlarla besleyip kuracakları bir başka diktanın adını ‘İslâmî çatı’ koyuyorlar…
İslâm’ın üç harflik kökünden habersiz ve esenliksiz câniler, ‘tevhid’in birliğinden bî-behre boğazkesenler, ‘tekbir’in büyüklüğünden nasipsiz câhiler, Medine’nin medeniyetinden mahrum bedevîler akıttıkları kan gölünün ortasında devletten, yasamadan söz ediyorlar, diktatörlere halef oluyorlar diktatörce bir zâlimlik ve bedevîlikle…
Bunlar mı kurtaracaklar Esad’ın zulmünden Nuh’un torunlarını?
Bunlar mı kuracaklar Müslümanların yeni Medine’lerini?
Bunlar mı yayacaklar İslâm’ı?
Eyvâh ki ne eyvâh!..
Ve kelimeler ve kavramlar kitapta durdukları kadar mâsum kalmıyorlar insanın şedît iktidar şehvetinde!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi