Kod Adı: Bozkurt
“Her hâtırat ölümün elinden bir şey kurtarmaktır” diyor Andre Gide…
Cüneyt Öztürk’ün yazdığı , “Kod Adı: Bozkurt” isimli biyografik roman ne kahramanının ölümün elinden kurtarılmış hâtıratı ne de kendisinin.
“Kod Adı: Bozkurt” çalışmasıyla ölümün değil, fakat unutulmuşluğun, arşivlerin tozlu raflarının ve yaşlanan hâfızaların insafından kurtarıyor Yarbay Kenan Çoygun’un kahramanlıklarını Cüneyt Öztürk…
Bu milletin kahraman stoklarının kâhir ekseriyetinin böyle meçhûl isimlerden oluştuğunu seriyor gözler önüne… Bir kahramanın kendisini milletine adanmışlığının, böylesine cesur, böylesine karşılıksız hayatını okuyucuyla, daha da önemlisi yeni nesillerle buluşturuyor…
Yarbay Kenan Çoygun’un Türk Mukavemet Teşkilâtı’ndaki vazifesiyle Kıbrıs’taki efsânevî mücadelesinin anlatıldığı “Kod Adı: Bozkurt”’ta yalnız Kıbrıs’ın değil, Türkiye ile alâkalı da pek çok bilinmeyen ya da az bilinen olayların perde arkasına dâir izlerini de tâkip edebiliyorsunuz…
Son yıllarda içinde yaşadığımız süreçte yaşananların Kıbrıs ölçeğinde benzerlerini okumuş oluyorsunuz…
1963 yılında Bayraktar Camii’nin bombalanmasından sonra İçişleri Bakanı Yorgacis’in kendisine, “Kanıt var, bu işi Türkler yaptırdı” dediği Türkiye’nin Kıbrıs Büyükelçisi Emin Dirvana’nın, Dr. Fâzıl Küçük’ün evinde toplanan Türklere, “Kimse bu işi Rumlar yaptı demesin! Yapanlar bulunacak ve cezâlandırılacak” demesi, son yıllarda ülkemizde yapılan pek çok eylemin PKK tarafından değil, barışı(!) sabote edenler tarafından yapıldığına dâir propagandalar, Emin Dirvana’ların hâlen içimizde yaşadığının dramatik benzerliği olarak çıkıyor karşımıza, ‘Kod Adı: Bozkurt’ta…
Kıbrıs’ta oluk oluk akacak olan Türk kanının habercisi olaylar ve bu olayların kendisine rapor edilmesi karşısında, “Makarios benim arabamın kapısını açacak kadar bana hürmet eder” diyerek, Kıbrıs’ta hiçbir olayın çıkmayacağına inanan ve anlaşmaları ve barışı istemeyenin Denktaş ve grubu olduğunu söyleyen Dirvana’nın ruhu, kendisinden yarım asır sonra hâlâ aramızda geziyor ve PKK’nın yaptıklarını yazan, söyleyen, İmralı’daki câniye ‘bebek katili’ diyenler, ülkenin bölünme tehlikesinden söz edenleri derhal ‘barışı istemeyen, kandan beslenenler’ olarak yaftalıyor…
1958 yılında Kıbrıs’ta Türklere karşı başlayan saldırlar ve katliamlar karşısında Türkiye’de kamuoyu hassasiyeti doruğa çıkarken, Taksim’deki gerçekleştirilen mitinge 300 bin kişi katılıyor, 43 ilde yapılan büyük mitingler ve gösterilerde “Ya Taksim, Ya Ölüm” sloganları yeri göğü inletiyordu...
Son on yılda Çuval hâdisesinden Akdeniz’de düşürülen askerî uçağımıza kadar, Mavi Marmara gemisinin basılıp 9 vatandaşımızın öldürülmesinden PKK ve uyduları tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin her gün tehdit edilmesine kadar hiçbir hâdisede toplumsal tepkilerin oluşmaması, ‘Kod Adı: Bozkurt’un dolaylı olarak ortaya koyduğu gerçeklerden yalnızca birisi…
Cüneyt Öztürk, sabırla izini sürdüğü Yarbay Kenan Çoygun’ın hâtıralarını biyografik roman olarak yayınlamakla hem Türk milletinin kahramanlarının seciyesini, ahlâkını, cesâretini, dürüstlüğünü taşıyor yeni nesillere hem de 50 yıllık bir tarihi, mahrem ve müstearlarının hâtıraları üzerinden analiz imkânını…
Yarbay Kenan Çoygun 1973 yılında emekliye ayrıldığında kirada oturuyor ve Ankara / Bahçelievler’de bir ev almak istiyordu… Emekli ikrâmiyesi evi almaya yetmediğinden kredi alması gerekiyordu. Oğlu Gültekin, iki büyük gazetenin Kıbrıs hâtıralarını yazması karşılığında almak istedikleri evin parasının tamamına tekâbül eden bir telif hakkı teklif ettiğini hatırlatarak, “Senin anıların onlar, çok da güzel yazacağından eminim” diyordu babasına.
‘Kod Adı: Bozkurt Yarbay Kenan Çoygun’un oğlu Gültekin’e verdiği cevap yüksek bir ahlâkî seciyenin, yüksek bir devlet terbiyesinin, namusla yaşanmış bir askerlik vazifesinin hülâsası hükmündedir:
“Ben, beni anlatmayı tarihe bıraktım evlât…”
Cüneyt Öztürk, Yarbay Kenan Çoygun’un hâtıralarını bizzat kendisinin bıraktığı tarihten çıkararak yine tarihe mâl ediyor.
Umulur ki, ‘Kod Adı: Bozkurt’ Cüneyt Öztürk’ün yazacağı yeni biyografik romanlarının ilki olur ve arşivlerden daha pek çok meçhûl kahramanlarını âyân eder bize…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi