Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Adnan İslamoğulları > Türk’ün kamçı izi Batılıların sırtından, siyâsal İslâmcıların ruhundan çıkmıyor…

Türk’ün kamçı izi Batılıların sırtından, siyâsal İslâmcıların ruhundan çıkmıyor…


 


Işık bir kez yükselmişti Doğu’dan.. tefekkürün, zühdün, şefkatin, ferâgatin, ruhun, cesâretin vatanı Doğu’dan..


Sayıları kum tânesi kadar çok, sarı-uçuk benizli, ufak-tefek ama sayılarının çokluğunca kalleş komşuları vardı... Hiç geçinemediler, hatta çoğu zaman savaştılar onlarla. Gâh galebe çaldılar, gâh akıllarının pek ermediği zamanın siyasî komplolarına, âteşîn Çinli fahişelere mağlûb oldular... 


Gün geldi; rivâyet odur ki; bir dağın içine, ‘Ergenekon’a sığınmak zorunda kaldılar.. Yılmadılar, dağları erittiler; ‘Börteçine’ adlı  bir ‘Bozkurt’ önderliğinde yeniden ve yeni baştan başladılar; illerini, törelerini yaymağa...


Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe illerini ve törelerini bozmadılar.   Kırk yiğittiler, kırkların başındaki Kürşad ve otuz dokuz yiğit  Çin Sarayı’na baskın verdiler. Canlarını soylarının devamına armağan ettiler, canlarını soylarının en değerli hazinesine; hürriyetlerine bağışladılar ki; canları demek; hürriyetleri demek, canları demek;  soylarının devamı demekti onların... Ve dâhi onlar; Kızılelma yolunda diken ayıklayanlardı ve bu yolda kaçınılmaz olan kanlarının akması idi; onlar kanlarını da verdiler /  daha asırlar boyunca vereceklerdi de...


Düşmanlarının öldürücü darbeleri çoğun,  sırtlarında yer bulabildi onların. Ama onlar ilk hamle sıralarını düşmanlarına verdiler hep. Mertçe dövüştüler, mertçe savaştılar. Ölüm vuruşlarını aslâ düşmanlarının sırtlarına yapmadılar... Onlar mağlûb olurken de, muzaffer olurken de güzeldiler ve daima güzel  kaldılar.


Onlar, Türklerdi, Oğuz Ata’nın çocuklarıydı ve atlarının altın nallarından dökülen tozların, iz bırakmadığı bir karış toprak parçası bırakmadılar; Tanrı Dağları’nın tepesinden baktıkları  coğrafyaya.


Kendilerinden binlerce yıl sonraki tarihin balistik incelemesinde ortaya çıkacaktı ki;  Avrupa’nın içlerinde, Viyana önlerinde görülen nal izleriyle, Tanrı Dağları önlerindeki izler birbirinin aynı idi... Bir başka benzerlik daha vardı, o soylu binicilerin, soylu atlarının altın tozundan nal izleri arasında ki, o benzerlik de; izlerin Batı’ya, hep Batı’ya yönelmiş olmasıydı... Güneş onların arkasından doğdu hep ve onların yolunu ışıtıp, onlara yön tâyin etti... Vatan mefhumunu topraktan aldılar;  bayrağa ve imana bağladılar; tüm millî kinlere gönüllerini kapatarak, her millete, her inanca hürmetkâr kaldılar. Maddeyi buharlaştırdılar onlar ve alan değil veren oldular, istismar eden değil, imar eden oldular.


Tanrı Dağları’ndan Türkistan İlleri’ne, Kafkasya’nın dar geçitlerinden Kırım’ın Bahçesarayı’na, Ahlat’tan Malazgirt’e, Söğüt’ten Bursa’ya, İstanbul’dan Edirne’ye, Üsküp’ten Kosova’ya ve nihâyetinde Viyana’ya kadar devam eden bir mefkûreydi bu; ‘Türk’ün Cihan Hakimiyeti Mefkûresi...’. Türk’ün yaklaştıkça uzaklaşan Kızılelması’ydı bu gidiş, bu meydân-ı merdan...


Onlar her birini “el- Medinetü’l-fâzıla” idrâkiyle masal gibi şehirler inşâ ettiler.


Tarihe akan, tarihe şahitlik eden Tuna’nın, Vardar’ın, Drina’nın kıyılarında gezindiler soylu atlarıyla.


Hayratlar yaptılar üç kıtada, mücerret sular, müşahhas sular, hafif sular, sert sular, kaba sular, lâtif sular, hâzım sular, emrâzı eriten sular, şifâlı sular, mübârek sular, sağ suları musluklu, akar sulu, servi motifli, sabunluklu, bakır taslı, ta’lik kitâbeli, yalaklı, üç kurnalı, burmalı, firûze çinili, müzeyyen çeşmelerden akıttılar…


Onlar hiç arkalarına bakmadılar, yorulana kızmadılar.  Ne gidene, ne de kalana yas tuttular; hem tahammül, hem de sefer etmeyi Oğuz Ataları’ndan öğrenmişlerdi, onlar da öyle yaptılar; hem tahammül ettiler, hem de sefer...


Oğuz Ata’nın çocukları bugün de tahammül ediyorlar… İhânete, küstahlığa, nankörlüğe…


* * * * * *


Siyasal İslâmcı bir sosyoloji profesörü “Türk ırkı yoktur” herzesi savurarak paçalarımıza savlet ediyor. İçinden geldiği geleneğin Türk’le bitmeyen bir kini ve bitmeyen bir savaşı var ve o kadrolar on yıldır iktidar, gücün şımarıklığını, küstahlığını doyasıya yaşıyorlar. Birisi “Bayrak tartışılmalı”, diyor, diğeri “Türkiye adı tartışılmalı” diyor, diğeri, “Türk ırkı yok” diyor, bir diğeri, “Kürtler belli ama Türk kime diyeceğiz” diyor…


1994 Mahallî seçimlerinde, Güneydoğu’da ‘sarı-kırmızı-yeşil’ promosyon dağıtan geleneğin çocukları, etnik Kürtçülük yapmanın ötesinde artık alenî Türk düşmanlığına soyundular.


Türk’ün bu topraklardaki bin yıllık mütevâzılığını âcizlik sanıyorlar bir süredir…


Millet olmayı, ABD’nin kucağında semirtilen PKK’nın döktüğü kandan emebilecekleri bir kazanım zanneden bu gürûhun en büyük yanılgıları da bu…


Millet olmanın, medeniyet tarihinin önemli bir parçası olmaktan geçtiğinden habersiz bu gürûhun en büyük yanılgısı, bir iktidar gücünün şemsiyesi altında buldukları cesâretin millet olmaya yetmeyeceği…



Ve anlamak istemedikleri; ırkçılığın Türklük adına bu topraklarda bir tek örneğinin bile bulunmadığı gerçeğini isteseler de tahrif edemeyecekleridir…



Ne diyelim, it ürür kervan yürür…








Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS