Ahlâkın düşüşü…
‘Güzel ahlâkı tamamlamak için’ gönderildiği toplumda ‘Hanif’lerdendi… Herkesin babasının adıyla anıldığı o toplumda onun adının önünde ‘Emin’ sıfatı vardı… Müslümanı, “Elinden ve dilinden’ emîn olunan olarak tanımladı… ‘Birbirinizi namazınızla değil, şu üç şeyle imtihan ediniz; sır verdiniz ifşâ etti mi, yola çıktınız sizi yarı yolda bıraktı mı, emânet verdiniz emânete sâhip çıktı mı?”…
Onun ardında bıraktığı ilkelerine sadâkat, onu ardından yaşamaktı…
Onu ardından yaşamak, vazifesinin ceninin anne karnında kaç günde teşekkül ettiğini bildirmesiyle, yemeğe tuz ile başlamasıyla, namazda teşehhüd miktarınca oturduğunda sağ el işâret parmağını kaldırmasıyla, sakalıyla, sarığıyla değil, kul hakkından korkan bir doğruluğun, komşusu açken tok yatılamayan bir vicdânın, kızına, gayrimüslim komşusuna kurban eti vermediği için sitem eden bir adâletin, “Hristiyanların İsa’ya yaptığı gibi siz de beni övmeyin” diyen bir tevâzuun, altına serilmek istenen bir şilte için, “Benim dünya ile ne ilgim olabilir?” diye soracak kadar mahfiyetkârlığın idrâkiyle mümkündü; “Hiç idrâk etmez misiniz?” diye soran kitabın mübelliğiydi o…
Ardında, malının tamamını infâk eden ve “Ailene ne bıraktın?” sorusuna, “Allah ve Râsûlünü bıraktım” diyen Ebû Bekir’i, şahsî işlerinde devletin mumunu söndürüp kendi mumunu yakan Ömer’i, bıraktı…
“Âlimler enbiyânın vârisleridir” dedi…
* * * * *
Şâir, “Her şey çürüyor canım kardeşim bu dünyada, hâtıralar bile” diyor…
Artık müslümanların yeni şeâiri var; yeni özellikleri, yeni kimlikleri, yeni ayırt edici özellikleri…
“Müslümanlar her şeyin en iyisine lâyıktır” diyorlar, doymak bilmez iştihâlarını, hırslarını, mal düşkünlüklerini bunun içine sığdırıyorlar ve ne aç komşudan haberdarlar, ne kul hakkından, ne devlet malının nâmusundan…
Müslümanlar dün ‘kahraman’ dediklerine bugün ‘hain’ diyorlar, dün ‘kahraman’ dediklerinin mâruz kaldıkları haksızlıklara, hukuksuzluklara ‘adâlet’, bugün o ‘kahraman’ dediklerinin uygulamaya ancak teşebbüs edebildikleri hukuka ‘mağduriyet’ diyorlar, ‘küresel su-i kast’ diyorlar, ‘küresel operasyon’ diyorlar…
Müslümanlar artık, yıllarca birlikte yol yürüdüklerine ‘akrep’ diyorlar, ‘yarasa’ diyorlar…
Müslümanlar artık, hırsızlıktan, yolsuzluktan, yalandan, iftirâdan, şantajdan, gıybetten, koğuculuktan, fitneden, fısktan, yani mahşerden korkmuyorlar…
Müslümanlar artık ahlâkın dinin ayrılamaz bir parçası olduğu fikrinden kendilerini âzâd etmişler, ahlâksız bir dindarlığın, ahlâksız bir hayatın, ahlâksız bir idârenin, ahlâksız bir ibâdetin, ahlâksız bir muâşeretin, ahlâksız bir ticâretin, ahlâksız bir siyâsetin, ahlâksız bir ilmin, ahlâksız bir hayatın içinde dinin şekline, şeklî muâmelâtına, bala yapışan sinek gibi yapışıyorlar ve huzur içinde yaşamaya devam edebiliyorlar…
Rüşvet, haram, kul hakkı, yetim hakkı, devletin malı, komşuluk hakkı, mahşer, mizan hayatın hiçbir ânını belirleyemiyor, hayatın hiçbir ânına sirâyet edemiyor…
Sırtına 40 yıllık fıkıh disiplini, fıkıh tecrübesi yükleyenler gazete köşelerinde rüşvete, yani kul hakkının yenmesine, yani yetim hakkının yenmesine, yani harama fetvâ veriyor…
Sırtına 40 yıllık hadis ilmî yükleyen Diyânetin tepesindekiler susuyor, sürülme endişesi yaşayan memurlar gibi sükût ederek, görmezden gelerek, duymazdan gelerek devlet malının talanına, yani kul hakkının yenmesine, yani yetim hakkının yenmesine, yani harama çanak tutuyor…
Müslümanlarn politik âidiyetleri, ideolojik aidiyetleri, câmia âidiyetleri ortada ne ölçü, ne mizan, ne mahşer korkusu, ne haram korkusu, ne Fırat’ın kenarındaki koyunun âkıbetinden endişe bırakıyor, müslümanlar hak ve hukukun safında değil, merhametin ve vicdânn safında değil, adâletin safında değil, sırat-ı mustakîmin safında değil, helâlin safında değil, ahlâkın safında değil, âidiyetlerinin ve menfaatlerinin safında hizâlanıp el bağlıyorlar…
Müslümanlar, karşılıklı olarak dualara değil lânetleşmeye güzergâh tâyin ediyorlar, dualara değil, beddualara âmin diyorlar…
Ahlâkın birincil kaynağı din iken, ahlâk düşüyor, dine dâir değerler örseleniyor, müslümanın kendinden emîn olunan insan vasfı düşüyor…
Bir düşüklük bütün ülkeyi sarıp sarmalıyor, metastas yapıyor ve süratle bünyeye yayılıyor…
Bir simya ameliyesi gibi, ahlâk dinden ayrışıyor, ahlâktan mahrum bir din ve dinî değerler manzûmesinin ve bunların biricik muhatabı olan ‘dindar insan’ın gönüllerde ve vicdanlardaki karşılığı kirleniyor...
Peki kâtil kim? Yine evin uşağı mı?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi