Biz sâhici bir anneye, Ali İsmail’in annesine inandık…
İnanmak isterdik.. gerçekten…
İlk duyduğumuzda inanmak isterdik… İnanmak ve böyle bir ülkede, böyle vahşî, böyle bedevî, böyle vandal, böyle iptidâî, böyle insanlığından çıkmış, böyle insafsız ve acımasız saldırganlarla aynı ülkede yaşadığımız için utanmak isterdik, utanmak ve o ‘başörtülü kadının’ ve 6 aylık bebeğinin acısını paylaşmak isterdik…
Hikâye absürt argümanlarla dizayn edilmiş olsa da inanmak isterdik…
80-100 kişilik, ellerinde siyah eldivenler bulunan, yarı çıplak barbarların bebek arabasının içinde 6 aylık bebeği bulunan ‘başörtülü kadına’ uyguladıkları şiddete inanmak isterdik, ‘başörtülü kadının’ ve bu ülkenin ‘alnı secdeli Başbakan’ının ağzından dökülen ve bir korku filminin can alıcı fragmanı gibi nakledilen o dehşet ifâdelere inanmak isterdik, inanmak ve bu dehşetin karşısında saf tutmak isterdik…
Ne bir kamera görüntüsü, ne bir görgü tanığı, ne bir fotograf, ne bir ifâde, ne bir adlî tıp raporu sahifesi olmaksızın, yalnızca bu ülkenin ‘alnı secdeli Başbakanı’nın ve o 6 aylık bebeğin annesi ‘başörtülü kadının’ beyânına inanmak isterdik, hâdisenin mânidar zamanlaması ve hikâyenin mizansen fışkıran detaylarına rağmen inanmak isterdik…
Aceleyle örülmüş bu hikâyenin, gazete röportajlarının içine sıkıştırılan flû veya yalnızca siyah beyaz başörtüsünün arkasına saklanan yüzünü görmemize de gerek yoktu aslında, vazifelendirilmiş gazetecilerin yaptıkları röportajlarla tahkim edilmesine, beslenmesine, ajite edilmesine, vücudunun neresinde olduğuna bir türlü karar verilemeyen bilmem kaç cm çapındaki morluklardan bahsedilmesine de gerek yoktu, ‘başörtülü kadına’ ve bu ülkenin ‘alnı secdeli Başbakanı’na inanmamız için; bir beyanları yeterdi aslında…
Fakat inanmadık….
Daha ilk ândan itibâren inanmadık, ne bu ülkenin ‘alnı secdeli Başbakanı’na ne de 6 aylık bebeğin annesi ‘başörtülü hanıma…’.
Çünkü bu milletin bu denli zıvanadan çıkacağına, 80-100 kişilik bir grubun bir kadına ve 6 aylık bebeğine saldıracak, yerlerde sürükleyecek, toplu cinsel tâcizde bulunacak, bebek arabasını parçalayacak kadar insanlıktan çıkacağına, bebeğin yüzünü tırnaklarıyla çizebileceklerine inanmadık, ne o kadının başındaki örtünün ne de ‘alnı secdeli Başbakan’a duyulan öfkenin böyle bir barbarlığa sebep olabileceğine hiç inanmadık…
Hikâyenin absürtlüğü ve hikâyenin mizansen kurgusu değildi, ‘alnı secdeli Başbakan’a ve ‘başörtülü kadına’ inanmamızı engelleyen, biz bu millete inandığımız için o ‘başörtülü kadına’ ve ‘alnı secdeli Başbakan’a inanmadık…
Sâhici bulmadık bu saldırı iddiasını…
‘Başörtülü kadının’ ve ‘alnı secdeli Başbakan’ın saldırı iddialarını çöpe atan kamera görüntüleri ortaya çıktığında rahatlamadık, haklı çıkmanın keyfi yoktu üzerimizde…
“Kendinden emin olunan insandır” târifiyle öğrenmiştik biz müslümanı…
“Elinden, dilinden, belinden emin olunan” târifiyle öğrenmiştik biz müslümanı…
Oysa emin olamadık, inanamadık, inanmadık ne o ‘başörtülü kadına’ ne bu ülkenin ‘alnı secdeli Başbakan’ına…
Çünkü tek bir hâdise değildi Kabataş hâdisesi…
Yolsuzluğun, soygunun, iltimasın, irtikapın, hileli sınavların, çalınan soruların gasp edilen hakların ve yalanların sarıp sarmaladığı bir siyâsî kadrodan sâdır olan absürt bir örnekten ibâretti yalnızca Kabataş mizanseni…
İnanmadık…
Biz bir başka anneye inandık… Sâhici bir anneye… Anneliği de, acısı da, feryâdı da sâhici bir anneye inandık...
Yüzünü saklamayan, sesini saklamayan bir anneye, Ali İsmail’in annesine inandık biz…
Yerlerde gerçekten sürüklenen, kafasına gerçek sopalarla cânice darbeler indirilen, yerde yatan cansız vücuduna gerçek tekmeler indirilen Ali İsmail’in annesine inandık.
Başında örtü var mı yok mu, alevi mi sünni mi, alnı secdeli mi secdesiz mi diye hiç merak etmeden biz Ali İsmail’in annesine inandık…
“Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilirdi ki!”.
Biz, sokakta gerçek sopalarla ve gerçek bir saldırıyla dövülerek öldürülen ve 7 ay içinde acısı derin çizgilerle çentik gibi yüzüne kazınan Ali ismail’in annesine inandık…
Mahkeme salonunda sanıklara, “Etrâfına bakma, benim gözlerime bak, annene nasıl bakıyorsun?” diye soran Ali İsmail’in annesine inandık…
“Ben çocuğuma 19 yaşına kadar bir tokat atamamışken, o vicdansızlar nasıl ellerini kaldırabildiler oğluma, hâlâ aklım almıyor, nasıl kıyabildiler oğluma, nasıl acımasızca cânice darbeler indirdiler, Ali İsmail bir karıncayı incitmez kıyamazken nasıl kıydılar oğluma, onlar çocuklarına nasıl dokunabiliyorlar, boğazlarından nasıl lokmayı geçirebiliyorlar, vicdanları sızlamıyor mu?” diyen Ali İsmail’in annesine inandık…
Biz, Ali İsmail’in adını bir kez bile ağzına almayan ‘alnı secdeli Başbakan’a değil, yüzünü saklayan 6 aylık bebeğin annesi ‘başörtülü hanıma’ değil, sahici bir saldırıyla dövülerek öldürülen Ali İsmail’in sâhici annesine inandık….
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi