Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Adnan İslamoğulları > Tanrı mı? O mâbette değil!...

Tanrı mı?


O mâbette değil!...


Selefleri ‘alın dünyayı sizin olsun’ diyerek ‘iki lokma bir hırka,’ ile iktifâ ettiler ve tamamladılar ömürlerini. Onlar yaraları sarar, dertleri avuturlar, söz yerine iyilik, takvâ ve gufran dökülürdü dudaklarından…


Onlardan bir tânesi kendisine kerpiçten oda yapıyordu ve bir diğeri bu ‘dünyevî meşgale’yi gördüğünde: 


‘Ahh! Keşke senin ellerini kendi pisliğinin içinde görmüş olsaydım’ demişti. Bu ikaz yetmişti diğerine; dünyaya ait olan bu faaliyetine son vermişti.


Dünya işi, dünyanın sonu idi belki de onlar için, dünyanın sonunu da getirdiler; ne bir iz kaldı onlardan geriye ne de bir âlâmet...


Göçüp gittiler…


* * * * * * * *


Yeni bir sınıf oluşturdu mukallitleri yüzyıllar içinde… 


“Dehrin hây u hüyûna meçhûl-i hande”lerdi onlar ve dervişlerdi bu yeniler de, fakat bir farkları vardı; ne de olsa modern dünyaya aittiler, ‘bülend servilerin’ gölgelerinde değil,  muhteşem ‘hâne-i saadetleri’nde yaşıyorlardı. Kerpiçin içinde uğraşan ellere, pisliğin içindeki elleri tercih eden insanların üzerinden o kadar çok zaman geçmişti ki!..


Hem din düşmanlarını kendi silahlarıyla vurmalı idi artık; zamanın en büyük silahı para ve güç değil mi idi; onlar da öyle yaptılar... Paraya ve güce kavuşmak için her yolu denediler; dünyanın içine battılar; paranın içine battılar...


Hizmet için para gerekiyordu; kurslar, okullar, yurtlar, vakıflar...


“Hizmetin holdingleri” için de çok ama çok para gerekiyordu…


Önce müşteri, yani pazar oluşturulmalıydı. Bunun yolu kelle sayısının artmasına bağlıydı; seferler düzenlenmeliydi... Her sefer bir o kadar kelle demekti; bir o kadar kelle de bir o kadar para ve güç demekti...


Fakir kelleler bu zenginliğin hesâbını soramazlardı. Nasıl sorsunlardı ki!


Hazretler, fakir kellelerin saadeti için küçümsüyorlardı serveti, dünyayı; bizzat kendileri içinde yaşayarak bu zenginliğin; tüketiyorlardı serveti, fakir kelleleri zehirlemesin diye!


Tabiî böylesi bir  fedakârlığın(!) karşısında sefalet yalnızca bir mefhuma dönüşüyordu; ağzı ve dili olmayan, bağıramayacak ve isyan edemeyecek zararsız bir mefhuma…


Bilgi dünyasını örümcek kabiliyeti ile yasaklar ağı ile kuşatmışlardı ve “içtihat kapısı kapandı” diyorlardı bunun adına. Bağlıları, tâlimatlarını bir papağan sadâkatiyle tekrarlarlardı; top yekûn iman, top yekûn teslimiyet; en zinde mukâmetleri bile güve gibi kemiren bir teslimiyetti bu. Atalarımızdan miras kalan‘hürriyetten kaçış’ gibi bir ezelî psikolojinin bizden sonraki nesillere bırakacağımız ‘ayak izleri’ meyânındaki teslimiyetti; hazretler teslim alıyordu irâdeyi, aklı, tercih melekelerini...


Bin küsur yıllık seleflerinin, sözde ilimci mümessilleri bugünküler hiç bir susuzluğu gidermeden avâre ırmaklar gibi akmadalar. Tekrarladıkları faraziyelerin tamamı üç beş cümleye sıkıştırılabilecek sığlıkta; dünya hayâtının mânâsı yoktur; insanlar bedbaht, kabahatli, günahkâr, temizlenmeğe muhtaç ve cehennemin kahredici ateşinin hemen kıyısında seyreden yardıma ve himmete muhtaç varlıklardır yalnızca. Tabîi bu yardım,  ‘hâne-i saadetler’den himmet şûaları hâlinde saçılıyordu binlerce kilometrelik alandaki yardıma(!) muhtaçlar ordusuna...


Gençlik bunlar için hem tehlike hem de birinci derecede avlanma sahası. İstedikleri; özgür düşünceye ve -tavsiye dışı- kitaba soğuk bir gençlik; birileri gençler için zaten düşünmüş, üretmiş ve tebliğ etmişlerdi zaten. Gençlerin omuzlarının üzerinde taşıyıp durdukları kafalarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktu, bilgiye de ihtiyaçları. Çünkü kafa bu; ne düşüneceği belli mi olur du?!  ‘Modern’  deyû tesmiye edilen her kim ve her ne var ise tehlikeli; ya imanları sakat, kalpleri paslı ya da gâfildi...


Varsın adâlet hissi kaybolsun, varsın itimat hissi iptal olsun, varsın merhamet hisleri zedelensin, varsın yetim hakkı fetvâlarla komisyona dönüşsün, varsın makaralarına âyetler saranlara karşı dut yemiş bülbül olsunlar ve varsın haksızlık karşısında susan şeytanın dilleri olsunlar hazretler...


"El-ûlemâ veresetü’l enbiyâ” Hadis-inden ürettikleri sayısız sıfatlarla kendilerine yükledikleri’vâris’ statüleri, sanki ‘haksızlık karşısında’ susmalarını tebyîn ediyormuş gibi; derîn, mânidâr  ve zifirî karanlık içinde sükût etmekte çağdaşımız “erenler”. Haksızlık karşısında toplumu sürükleyebilecekleri ‘hidayet önderliği’ne soyunmağa hiç mi hiç niyetleri yok. Mâbetlerinden ses sâdâ çıkmıyor. İpotek altına aldıkları irâdelerin tüm tepkilerini törpülemekle-dizginlemekle meşguller; susturuyorlar ve sindiriyorlar...      


Hazretler mâbetlerinde rahatsız edilmek istemiyorlar; kapılarındaki tabelânın her iki yüzünde de sanki aynı kelime yazılı:


‘Meşgul’...


Tanrı mı? O mâbette değil!..

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS